Orta Doğu inception!
![](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/187103.jpg)
Harita: Pixabay
Bölgede Türkiye'nin de dahil olduğu çok sayıda gelişme baş döndürücü bir hızla art arda geliyor. Kısaca bölgede fay hatlarının kırıldığı, yeni ittifakların ve çıkar ilişkilerinin şekillendiği yeni bir dönem şekilleniyor. Hem bölgeden hem de bölgede çıkarı olan ülkelerden çok fazla aktörün dahil olduğu bu yeni sürecin nasıl şekilleneceğini hatta bir sonraki gün ne olacağını kestirmek oldukça güç. Sonuçta her bir yerel, bölgesel ve uluslararası aktörün girişimleri ile taşlar yeniden ve yeniden şekilleniyor.
Biraz geriye gidecek olursak bu sürecin kapısını açan gelişme 7 Ekim'de HAMAS'ın İsrail yerleşim birimlerine yönelik saldırısı olmuştu. Elbette bu saldırı da bölgedeki siyasi, ekonomik, toplumsal sıkışmaların yarattığı ve artık hamle yapılamaz hale gelen durumun sonucu olarak ortaya çıktı. Sonuçta bölgede yeni şartlar vardı, Filistin meselesi bölge ülkeleri dahil kimsenin umurunda değildi, bölgesel siyasi ittifakların kurulmasına öncelik veren yeni siyasi trendde rüzgar İsrail lehine esiyordu. HAMAS'ın da bu saldırıyı yaparken birtakım sebepleri vardı. Sebepleri haklıydı haksızdı ya da sonuçları itibariyle saldırı Filistinlilere ne kazandırdı ne kaybettirdi, tartışılır elbette, ancak bölgedeki sıkışmayı krizlerle ve fırsatlarla dolu yeni bir eşiğe taşıdı.
İsrail ile HAMAS arasında başlayan savaş 2011 Arap Ayaklanması ile nüfuzunu genişleten ve derinleştiren İran'ın manevra alanını daraltmaya yönelik bir mücadeleye dönüştü. Bu çerçevede HAMAS ile birlikte İran'ın bölge içlerindeki varlığının teminatı olarak değerlendirilen Lübnan Hizbullah'ına yönelik birkaç ay süren ağır bir saldırı geldi. Esad yönetimi bu savaşa dahil olmaktan kaçındı, ancak Suriye içinde de özellikle savaş döneminin en önemli dönüm noktalarından biri olan Halep'im Esad yönetiminin kontrolüne geçmesinden beri işler iyi gitmiyordu. Yıllar süren savaştan yorulan halkın ekonominin yoluna sokulması, savaş dönemi zenginlerinden hesap sorulması, yolsuzlukla mücadele edilmesi gibi talepleri karşılık görmüyordu. 2017 yılına büyük bir iç ve dikkat çekici bir dış destekle başlayan Esad yönetimi izleyen yıllarda halkın taleplerini yaptırımlar gibi gerekçelerle ötelerken birileri insanların gözünün önünde dudak uçuklatan güçlere, paralara kavuşuyordu. Çürüme artık toplumun bir yansıması olan Suriye ordusu içinde de sorgulamalara sebep olacak boyutlara ulaşmıştı. Kaldı ki, Suriye ordusunun elden geçirilmesi gerekliliği bile sürekli ötelenen bir zorunluluk oldu. Velhasıl 2024'ün son günlerinde Suriye ordusu “Biz niye savaşıyoruz” noktasına geldi ve savaşmayı bıraktı. Zaten yıllardır sıkışıp kaldığı İdlip'ten çıkmak için fırsat kollayan HTŞ bu durumu oldukça iyi değerlendirdi ve nihayetinde Esad yönetimi devrildi.
Suriye'deki gelişmeler elbette bölgesel gelişmelerin yani 7 Ekim'de başlayan sürecin de bir parçası olarak ilerliyordu. İran Esad yönetiminin düşmesinin ardından Irak sınırlarına kadar geri itilmiş oldu. Elbette gündemdeki bir başka soru çerçevesinde Türkiye başta olmak üzere birçok ülke hamleler yapıyordu/yapıyor: İran'ın boşluğunu kim nasıl dolduracak?
Lübnan ve Suriye'deki gelişmelerden olumlu/olumsuz etkilenen tek ülke İran değil elbette. Mesela Lübnan siyasetini domine edebilecek kadar güçlü olan Hizbullah'a yönelik saldırılar örgütü zayıflatırken Suudi Arabistan ve Fransa ülke siyasetindeki etkilerini artırmak ve perçinlemek için girişimlerini yoğunlaştırdı. Suriye'de Türkiye HTŞ üzerinden varlığını tahkime girişirken Rusya bölge içlerine ve Doğu Akdeniz'in bir kısmına nüfuz etmesini sağlayan askeri üslerini koruma yolları bulmaya çalışıyor. Bu arada İsrail de boş durmuyor; Lübnan'dan çekilmeye niyetli görünmediği gibi Suriye'ye saldırılarını da sürdürüyor.
Elbette bu ortamda gidişatı belirleyebilecek en etkili aktör Amerika, ancak Trump'ın tekrar başkan olmasıyla birlikte bölgede ne yapacağına dair karışık sinyaller de gelmeye başladı. Geçtiğimiz yıllarda bölgede Rusya'nın yanı sıra ekonomik projeler üzerinden Çin'in de etkinliğinin artmaya başladığını unutmamak gerek.
Kısacası bölgede ortalık toz duman, göz gözü görmüyor desek abartmış olmayız. Bu karmaşık süreç İran'ı, Irak'ı, Suriye'yi, Türkiye'yi, Lübnan'ı İsrail'i, Ürdün'ü, Mısır'ı doğrudan etkiliyor ve dolaylı ancak az çok bütün bölgeyi sarsıyor.
Muhtemelen etkileri yıllara yayılacak olan bu süreci iki boyutlu yani hem yerel hem bölgesel boyutuyla izlemeye çalışmak gerekiyor artık.
Mesela Türkiye, bir taraftan Suriye'de varlığını tahkim etmeye çalışıyor diğer taraftan İran'dan doğan boşluğu doldurmanın yollarını arıyor ve aynı zamanda da sahayı kendi ajandasına göre şekillendirmeye çalışıyor. Türkiye'nin IŞİD'e karşı bölgesel ittifak kurulması konusunda Amerika'yı ikna çalışması bu durumun en iyi örneklerinden biri şimdilik. Bu girişim çerçevesinde Türkiye Suriye-Irak-Ürdün ile IŞİD başta olmak üzere radikal örgütlere karşı ortak bir güvenlik mekanizması oluşturmak istiyor.
Bu çerçevede Türkiye;
- Bölgesel ittifaklara öncülük eden bir pozisyona geçmeye çalışıyor.
- Özellikle güvenlik hassasiyeti üzerinden kurulacak bir ittifakın bölge ülkeleri arasındaki ilişkiyi kuvvetlendireceği açık. Ayrıca yine güvenlik birimlerinin kapasitesi açısından Türkiye'nin bölge ülkelerine nispeten yeterliliğinin çok daha yüksek olduğu göz önüne alındığında bu girişimin başarıya ulaşması halinde Türkiye'nin bölgedeki pozisyonunu olumlu yönde etkileyeceği söylenebilir.
- IŞİD'in Irak içinde oluşturduğu tehdidin boyutları bu mekanizmanın oluşturulması halinde Türkiye'nin Irak'taki varlığını artırabilir.
- Suriye-Irak sınırına kadar itilmiş olan İran'ın Irak'ta tutunmak için her şeyi yapacağını söylemek kehanet olmaz muhtemelen. Bu da Türkiye ile İran arasında Irak sahasında rekabetin de olduğu yeni bir denge oluşmasına zorlayabilir.
- Amerika'nın öncülüğünü yaptığı uluslararası koalisyonun Suriye ve Irak'taki varlığının görünürdeki en önemli gerekçesi IŞİD'e karşı mücadele. Türkiye bölgesel mekanizma ile bölge dışı ülkelere güvenilir bir müttefiklik söylemi üzerinden "biz buradayız, gözünüz arkada kalmasın" mesajı vermek istiyor.
- Yerelde ise, Suriye'de Kürtlerin öncülüğünü yaptığı silahlı ve siyasi yapıların IŞİD ile mücadele gerekçesi üzerinden Amerika ile kurdukları bağı koparmaya ve Kürtlerin elinden IŞİD kartını almaya çalışıyor.
Yalnız Türkiye'den yapılan son açıklamalara ve özellikle Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın söylemlerine bakılırsa Türkiye dikkat çekici bir üslup değişikliği yapmış gibi görünüyor. Geçtiğimiz yıllarda üstenci sayılabilecek ve bölge ülkelerini oldukça rahatsız eden, bölge ülkelerinin içişlerine doğrudan müdahale etmekten çekinmeyen politikalar yürütülüyordu. Yeni söylem bu eğilimden uzak ve bölge ülkeleri ile devletler arası, çıkarlara dayalı, saha gerçeklerini göz önüne alan ve ittifaklar oluşturmak üzerine kurulu. Bu söylem ve yeni yaklaşım birçok ülkenin nüfuz edinmek ve nüfuzunu derinleştirmek üzere yoğun mesailer harcadığı bölgede Türkiye'ye daha fazla manevra alanı açabilir.
Elbette bölgede 7 Ekim'den beri art arda kırılan ve büyük depremler yaratan sürecin yansımalarına dair verilebilecek çok örnek var. Bölge ülkeleri ve bölgede çıkarı olan her ülke kendi ajandasına göre gidişatı şekillendirmeye çalışıyor.
Kısacası bu pilav daha çok su kaldırır, sadece Suriye'ye değil Suriye'den sonra muhtemel sarsıcı gelişmelere gebe Irak'a da yakından bakmak ve bu arada da bütün bu gelişmeleri 7 Ekim sonrası süreç içinde anlamaya çalışmak gerekiyor gibi görünüyor.
Evrensel'i Takip Et