AKP ‘kültürel hegemonya’ kuramadı mı?
![](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/284633.jpg)
Görsel: Grok
Yöneten kesimin önce dizi sektörüne, arkasından da gazetecilere ve akademisyenlere karşı yeni bir kampanya başlatması, “kültürel hegemonya” tartışmasını tekrar gündeme getirdi. “Siyasal hegemonyanızı yıktık, sıra kültürel hegemonyanızda” ve “Kültürel iktidar olamadık” benzeri inciler yine dolaşımda. Bir taraftan devlet amansızca saldırırken diğer taraftan iktidarın medyası kurmakta oldukları tahakkümü göklere çıkardı. “Kültürel iktidarın el değiştirmesi kaçınılmaz” naraları atıldı.
Ancak, saldırıların sağ kesime kültürel olarak çok bir şey getirmeyeceğine dair uyarılar da yayımlandı Türk-İslamcı basında. “Kabiliyetli ile kabiliyetsizi, yetenekli ile yeteneksizi birbirinden tefrik etmek yerine Barımgiller familyasının lacivertini kurmakla kültürel iktidar olunur mu?” diye sordu birisi. İslami sermayenin (seküler sermayenin aksine) tiyatroya, sinemaya, heykele, resme destek vermediğine dikkat çekti bir başkası.
Muhalefette ise “Ağlansan da zırlasan da kültürel alanı ele geçiremezsin” benzeri çıkışlar gördük.
Bu tartışmanın ciddi bir kör noktası var. Hem iktidar cenahı hem muhalefet “kültür”ü çok dar tanımlıyor. Bu da bir dizi yanlış değerlendirmeye yol açıyor.
Ezgi Başaran (İngilizce olarak yayımlanan) iki yazıda konuyu bahsettiğim indirgemeciliğe düşmeden tartıştı. İkinci yazı için benimle de görüştü ve düşüncelerimi İngilizce konuşan okuyucuyla paylaştı. Söylediklerimi burada aktarıyorum ve genişletiyorum.
“Kültür” ve “siyaset” hayatın her alanında birbirinin içine geçtiği için “kültürel hegemonya” ifadesinden genellikle kaçındım.
AKP’nin “kültürel hegemonya” kuramadığı söyleniyor ama bu iddia isabetsiz. AKP, “yüksek nitelikli” kültürel alanlarda hakimiyet kuramadı (tiyatro, heykel gibi). Formasyonu buna müsait değil. AKP önde gelenlerinin ezici çoğunluğu bu konularla ilgilenmiyor.
Orta düzey (“middlebrow”) kültürel alanlarda ise çabalıyor. Dizi sektörü de bunun bir parçası. Tam da ele geçirebileceği ama bir türlü geçiremediği bir alan olduğu için mücadele sertleşiyor.
Fakat popüler kültürde çok esaslı bir hegemonya kurduklarını görüyoruz. Neredeyse bütün arabeskçilerin ve en azından bazı popçuların (ve hatta bazı türkücülerin ve bir iki “özgün müzik” sanatçısının) Erdoğancı olması azımsanacak bir başarı değil.
Eğitim alanı nedense “kültürel iktidar” deyince ilk akla gelen mecralardan değil. Oysa ki yüksek eğitim kültürel kavgaların merkezinde. Orada hegemonyayı tam anlamıyla kuramadılar, Boğaziçi Üniversitesi de bunun simgesi haline geldi. AKP Boğaziçi gibi kurumları yıpratıyor, içini boşaltıyor ama bunları dolduracak nitelik üretemiyor.
Bir de mahalle arası eğitim var tabii. Kur’an kursları, hegemonyanın en önemli alanlarından. Ama hem “düşük kültürel sermaye” olduğu için hem de “kültürel” görünmediği için kimsenin aklına gelmiyor bu konuyu “kültürel hegemonya” temelli tartışmak.
Neyin “düşük” neyin yüksek “kültürel sermaye” olduğu da biraz netameli bir mesele. Arabeskin daha rafine versiyonlarında birçok yüksek nitelikli öge var mesela. Elit akademik kurumlarda da bir sürü seviyesizlik.
Bir diğer kavramsal sorun da “kültür” ile “siyaset” alanlarını birbirinden tamamen ayrı görmek.
Kültürel hegemonyayı siyasi hegemonyadan ayırmak, dizi sektöründe olanları ülke, bölge ve dünya çapındaki dinamiklerden bağımsız düşünmeyi getiriyor beraberinde. Oysa “Barımgiller familyasının lacivertini kurmak” ve benzeri kampanyalar, sermayenin ve devletin kendilerini değişen bölge ve dünya dengeleri içinde yeniden konumlandırırken başvurduğu araçlar.
İktidarın HTŞ ve PKK hakkında yaptıkları nasıl birbirinden bağımsız düşünülemezse, dizi sektörüne saldırı da Trump’ın iktidara gelmesinden, dünya çapında profesör düşmanlığının altın çağına girmesinden, Ortadoğu’da olup bitenden bağımsız değil.
“Hegemonya” deyince tüm bunları bir arada tartışmak gerekiyor. Elbette bu alanların görece özerkliği var. Ama o özerklik bütünden koparıp ele alınırsa birçok maraz doğar, doğuyor.
Bu marazın birçok dışa vurumu var, hepsine bir yazıda giremeyeceğim. Ama biri şu: Yüksek nitelikli kültürdeki süregiden seküler hakimiyeti matah bir şey sanıp kapsamlı bir hegemonik strateji kurmak yerine, bu alandaki yanıltıcı “üstünlük”e sımsıkı sarılmak. Bunun on yıllar içinde nelere mal olduğunu hiç tartışmadan...
Toplumsal muhalefet “kendi arabeski”ni, kendi mahalle arası eğitimini oluşturup yaymadan, dizilerin, sanatın, üniversitelerin dikkat odağı olması, diktatörlüğü sıkıştırmaktan ziyade dümenine su taşır.
Evrensel'i Takip Et