Bir cinayetin siyasal anatomisi

Fotoğraflar: DHA
Ocak ayının son haftasında, İstanbul’da bir pazar yerinde 14 yaşında bir genç beş yerinden bıçaklanarak yaşamını yitirdi. Pazara yerleştirilmiş güvenlik kamerasından sağlanan görüntülerde 15 yaşındaki saldırganın art arda savurduğu bıçak darbeleri, 16 yaşındaki diğer şüphelinin yerde yatan yaralıyı tekmeleyişi görülüyor.
14 yaşta kaykay ararken gelen ölüm, diğerine 15 yaşta yapışan katil damgası yüreğe dağ gibi çöküyor. Oğlunu kaybeden babanın tanınmış bir şef oluşundan dolayı olay benzerlerine göre haberlerde biraz daha fazla yer bulmuş olsa da detayları yeteri kadar bilmiyoruz.
Yandaş gazetecinin iktidara sadakatini göstermekle meşgul olduğu, işini layıkıyla yapmaya çalışan gazetecinin hapiste, sürgünde ve mahkeme koridorlarında gününü tükettiği bu kesitte, aldığı bıçak darbeleriyle hayatını kaybedenin ettiği “pardon kardeşim” cümlesinin saldırgan tarafından annesine hakaret olarak algılandığı sosyal ve kültürel koşulları, saldırganın görüntülerdeki gibi saldırmayı nereden öğrendiğini, iddia edildiği gibi uyuşturucu etkisi altında olup olmadığını büyük olasılıkla hiç öğrenemeyeceğiz.
Kabalığın, hoyratlığın, ayrımcılığın, görgüsüzlüğün ülkemizdeki kara baharında, iyi gazeteciliğin yalnızca en yakıcı ve görünür olana yetebildiği bu zor günlerde; 14 yaşındaki güzel yüzlü gencin hazin sonunu ve 15 yaşındaki diğerinin mahpus hayatını hızla unutacağız. Her ikisinin ailesini de derinliğini hayal bile edemeyeceğimiz acılarıyla baş başa bırakacağız.
***
Hemen her gün yeni bir vahşetin haberiyle sarsılıyoruz, korkuyoruz. Korku güvensizliği, güven duygusu eksikliği, toplumsal alandan geri çekilmeyi beraberinde getiriyor. Birbiriyle ilgisiz gibi duran ama bir araya geldiğinde insanı sokağa çıkmaktan, toplu taşımada yanında oturanla iki çift laf etmekten alıkoyan suç fırtınası, siyasal alanı da etkiliyor.
Araştırmalar otoriter rejimlerin doğurduğu toplumsal eşitsizliklerin suçta artışa neden olduğunu, suçun yarattığı korkunun siyasal seçkinler tarafından emekçiler ve azınlıklar üzerindeki kontrolü sürdürmek için kullanıldığını gösteriyor. Göstergeler egemen sınıfın suçun aslında mağduru olan yoksulları birbirinden ayırmak ve toplumsal yaşamdan kopartmak için suçu kullandığını, suç ve ceza tanımlarının toplumsal düzen ve sınıf dinamiklerine dayalı olarak değiştiğini ortaya seriyor.
Türkiye’yi de içerecek bir biçimde suç tanımının ve ceza uygulamalarının tarihsel gelişimi, kapitalizmin toplumsal ilişkiler üzerindeki etkisinin bu konuda da belirleyici olduğunu, suçla mücadele sırasında herkese eşit davranılmadığını, suçu etkileyen sosyoekonomik faktörlerin dikkate alınmadığını ve suçluyu topluma geri kazandırmak yerine cezanın gösteri boyutunun öne çıktığını gösteriyor.
Çarpıklıklar bunlarla da sınırlı değil. Kapitalist sistemde suça karşı mücadelede sınıfsal köken üzerinden iktidara yakın grupların kayırılması yanında, piyasa içinde rekabet gücünü ve kâr oranlarını artırmak amacıyla işlenen beyaz yaka suçlar da olabildiğince görmezden geliniyor ve daha sık affa uğruyor. Sınıfsal açıdan suç olgusuna bakıldığında, ekonomik gerilemenin suç oranları üzerindeki etkisinin ve kolluk kuvvetlerinin beyaz yakalı suçlulara farklı muamele ettiği gerçeğinin haber bültenlerine yansımadığı görülüyor. Böylelikle, ekonomik koşullarla suç arasındaki karmaşık ilişki yok sayılıp, suçu aile yapısı ve dinsel değerler üzerinden değerlendiren tutucu yorumlara alan açılıyor.
***
Toplumsal yaşamın bütün boyutlarında olduğu gibi suç konusunun da toplumsal eşitsizlik ve iktidar ilişkileri üzerinden ele alınması gerekiyor. Sağlıklı bir yaklaşım, ancak sınıflı toplumdaki eşitsizlikleri ve bunların suçlulaştırma süreci üzerindeki etkisini vurguladığında üretilebiliyor. Ekonomik ihtiyaç, dışlanma ve yabancılaşma nedeniyle suça itilmiş olanların hapishanelerde, nezarethanelerde ve mahkemelerde karşı karşıya kaldığı haksızlıkların takipçisi olmak sola ve sosyalistlere yakışıyor.
Yazının başında anlattığımıza benzer kayıplara tepki gösterirken, “Huzuru sağlamak” ve “İyi insanları korumak” gerekçesiyle uygulanan şiddete de hayır demek gerekiyor. Temel ayrımın “iyi insanlar” ve “suçlular” olmayıp, kapitalizmde suçun sisteme içkin olduğunun görünür kılınması bir zorunluluk.
Daha güvenli toplumlar yaratmaya yönelik adımların insanın açlıkla terbiye edilmediği, aklını ve bedenini kiraya vermek zorunda kalmadığı ve en önemlisi de gelecekten umudunu kesmediği günlerden geçtiğinin, bir cinayetin anatomisinin baskı ve sömürü üzerinden şekillendiğinin bilinç katına çıkarılması gerekiyor.
Evrensel'i Takip Et