Dalgan otu zamanı

Fotoğraf: Özer Akdemir
Belevi, Selçuk’a bağlı şirin, tarihi bir kasabadır. Ege otlarının envai çeşidinin bulunduğu pazarı yörede hayli ünlüdür ki yürüyüş grupları dağlardan genelde yorgun argın indikten sonra yollarını mutlaka bu pazara çevirip, kendilerini götürecek araçlara buradan binerler.
Belevi’den Tire’ye giden yol bir süre İzmir-Aydın otobanı ile paralel seyrettikten sonra, otoban viyadüğünün altından geçerek ovaya doğru döne kıvrıla uzaklaşır. Tam bu mevsimlerde dar asfalt yol, solunda sarışın sazlıklarla kaplı Belevi Gölü’yle, sağında şubat güneşi altında çimlenmiş tarlalarının göz kamaştırıcı güzelliğiyle doyumsuz bir seyir zevki sunar yolculara. Tek şeritli yol bir süre sonra gidiş gelişli iki şeritli bölünmüş yol haline gelir ki bu yolculuğa daha bir keyif katar. Yolun sağından Tire’ye doğru gidenler dümdüz çizgilerle bölünmüş ekili tarlaları ve onun gerisinde uzanan zeytin kaplı tepeleri, Belevi’nin geliş istikametinde seyredenler ise gölün buğu buğu tüten sularını ve epeyce uzakta, belli belirsiz bir kartal yuvası gibi görünen Keçi Kalesi’ni seyrederek yolculuk yaparlar.
Bir kaç aydır, bölünmüş yoldan Ödemiş-Tire yönüne 5-6 km gittikten sonra yol yapım işaretleri çıkmaya başladı yolcuların karşısına. Emniyet şeritleri, dubalarla güvenliği alınarak ayrılan yol inşaatında iş makineleri, kepçeler, kamyonlar harıl harıl çalışıyorlar.
Birbirini izleyen iki araçla Tire yönüne doğru giderken, yol inşaatının bittiği yerde karşımıza küçük yassı bir tepe çıktı. Yol, üzeri çamlar, zeytinlikler ve incir ağaçları ile dolu bu tepenin eteğinden kıvrılarak Çayırlı köyünün içinden geçip devam ediyordu. Biz daha ilerisine gitmedik. Çayırlı köyünün girişinde, otobüs durağının da bulunduğu boş bir alana yanaşıp durduk. Köylüler bizi bekliyorlardı. Tek katlı, salaş bir kahvehaneden içeri buyur ettiler.
Yol yapım çalışmaları eski yolun genişletilmesi şeklinde sürerken tam Çayırlı’ya gelince işin rengi birdenbire değişmiş. Bir yanı birkaç köy evinin bulunduğu dümdüz ova iken ve yolun buradan geçmesi planlanırken genişlemenin yeri bir, bir buçuk ay içerisinde birden değişivermiş. Köyün yamacına yaslandığı yassı tepenin üzerinden, köy evlerini bir yay çizerek pas geçecek olan bu yeni yol planı Çayırlı köylülerini şubatın soğuğunda yollara düşürmüş. Bizleri de bunu anlatmak, destek almak, seslerini duyurmak için çağırmışlardı.
Öncelikle misafirlerini köy kahvesinde biraz soluklandırıp çay, kahve ikram etmek, sonrasında ise yolun geçirilmek istendiği güzergahı göstermek istiyorlardı. Ortasında kocaman silindir bir sobanın yandığı, içeride üç beş masanın etrafına kümelenmiş 20 kadar adamın olduğu kahveye girdikten bir süre sonra köylü kadınlar gelmeye başladı birer ikişer. Sandalyemizi sobanın yamacına çekip çayımızı yudumlarken her birinin omuzları yeni dertleri ile çökmüş görünen köylü kadınların anlattıklarını dinledik. Sözleri hüzün yüklüydü, yürekleri en az sobadaki közler kadar yanıktı. Erkekler genelde sessiz sedasız başları önde surat asık somurturken, kadınlar anlattıkça anlattılar...
“Kardeşim yanımızda kimse yok bizim. Muhtarımız bile yanımızda değil. Biz işte böyle bir avuç insan ortada kaldık” diye söze girdi 55-60 yaşlarında gösteren Fethiye Yıldırım. “En son ev ile bu yeni yolun arası on metre. Bir de bu eski yol devam edecek işlemeye. Biz iki yolun ortasında sıkıştık kaldık. Kazası var, yangını var... Biz nasıl yaşayacağız?”
Şaşkındılar, köy olarak; “Bu iş nasıl oldu kimse anlayamadı. Bizi neden bu kadar gözden çıkardılar bilmiyoruz. Kaymakama çıktık, bizi tehdit etti gönderdi”.
Arkalardan bir adam araya girdi, “Köy iktidar partilerine oy verseydi böyle olmazdı. Muhalefete çok oy çıktı diye böyle” dedi. “İyi de onlar da yanımızda değil” diye itiraz etti Fethiye. “Hani muhalefet partileri? Neden yanımızda yoklar? Bir gelin görün 150 yıllık ağaçlar var, babamın emekleri var. Abim hemen yanımızdan zeytinlik aldı bankadan kredi çekip, daha kredi taksitleri bitmedi.”
Önü ilikli, V yakalı el örgüsü sarı yeleğiyle sarı kantaron çiçeklerine benzeyen, gözleri nemli, yüzü endişeli çizgilerle dolu bir başka köylü kadın sözü ondan aldı. Ellerini, kollarını aça aça konuştu Birsen Keskin; “Sırtımda su çeke çeke büyüttüm o incirleri ben. Çocuk gibi büyüttüm. Onlar birer anne! Benim tek umudum incir bahçemdi. Onu da elimden aldıkları zaman benim yaşamamın bir anlamı yok! Birer tane mezar kazıp ölümüzün üzerinden geçirsinler yolu!”.
Kahveci Ali Şen’in anlattığı öykü Fethiye’nin ağabeyinin başına gelenlerle ilgiliydi. “Bir akrabamız yukarıdan zeytinlik almak için bankaya kredi başvurusu yaptı. Tapudan zeytinliğin üzerinde Karayollarının ipoteği olduğu söylenince Karayollarına gittik. Bize o projenin iptal edildiğini söyleyerek ipoteği kaldırdılar. Akrabam da 600 bin lira kredi çekip zeytinliği aldı. Kredinin taksiti bitmedi ama bizim yer talan oluyor!”
Kahvede çaylarımızı içtikten sonra yol yapılmak istenen köyün üstünden geçen yassı tepeye yürüdük. Silme zeytin ve incir ağaçları ile doluydu. Gövdesindeki boğumlardan en az 100-150 yıllık olduğu anlaşılan gün görmüş zeytin ağaçları ile daha dikileli 15-20 yıl olmuş genç zeytin ve incirler yan yana idi. Ağaçların hepsine kırmızı boya ile çarpı işareti konmuştu.
Yolun köyünün üstündeki yamaçtan geçirilmeye çalışıldığı yerin başlangıcında 48 zeytin ağacının bulunduğunu söyleyen Raci Konur ağaçları kadar, babasının mezarı için de üzülüyordu. “Tam bahçemizin sınırında babamın mezarı var. Dalga geçti yol yapımındaki mühendisler, ‘Babanı gömecek başka yer bulamadın mı? Diye. Babam orayı istedi gömülmek için. Onun mezarını da kaldıracaklar”. Konur, köyün Alevi inancına sahip olduğu için üvey evlat muamelesi gördüğünü düşünüyordu.
“Bu yolun güzergahını altında gömü bulmak için değiştirdiler” diyen kocasını susturmaya çalışan Kamile Bilgin, daha konuşmak isteyen kocasının ağzından lafı aldı; “Benim 4 çocuğum 15 tane zeytin ağacım var. Bunlar da elimden giderse ben çocuklarıma ne yedirir içiririm?”
Tülay Yıldırım bu işin başlarına fakir oldukları için geldiğini söylüyordu; “Bunu böyle 3-5 tane zengin yapıyor. Parayla istediklerini yaptırıyor, ne diyorlarsa o oluyor. Bizim de yukarılarda emmimiz dayımız olsaydı bizi de dinlerlerdi. Olan bizim gibi fakirlere oluyor”
35-40 yaşlarındaki Zehra Yıldırım ise köyde belki de en çok ağacı yola kurban gidecekler arasındaydı, “Sadece bizim tarlamızdan 500 zeytin ağacı gidiyor. Kimseden bir şey istemiyoruz. Ağaçlarımız yerinde kalsın yeter ki. Günah değil mi bu çamlara, zeytinlere, incirlere... En az 20 sene uğraşıyoruz bu ağaçlardan verim almak için”.
Dönüşte, binbir ısrarla yine o salaş kahveye götürdü köylüler bizi. Hepimize birer çay söyleyip çıktı kadınlar. Ellerinde tepsilerle geldiler beş dakika sonra. Isırgan otlu börek yapmışlardı bizlere ikram için. “Dalgan otu da derler bu ısırgana. Boş bulunup tutanı daladığı için. Yufkanın içine dürülüp piştiğinde turp otundan, arapsaçından bir farkı kalmaz oysa. Bizim zeytinlerimizi, incirlerimizi böyle dürüp büküp ısıra ısıra yemek istiyorlar. Bizim de dalgan otu olmamızın zamanı geldi” diyorlardı, biz iştahla böreklere yumulmuşken.
Evrensel'i Takip Et