Can ve para ikilemi: Koroner stentler

Fotoğraf: Evrensel
Bugün dünya kedi günü: Malum, kediler kalp sağlığına iyi gelir. Ya sağlığın ticarileşmesi?
Geçen hafta herkesin bildiği bir sır internette çok izlenir oldu. İzlemeyenler koroner stent uygulanmış bir tanışına sorabilir: Hasta koroner anjiyo olmuş, daha yeni kalp krizi geçirmiş, bir muhasebe elemanı hasta yakınlarına “SGK’nin karşıladığı ucuz stent mi yoksa ilaçlı ve daha güvenli bir stent mi kullanalım” diye sormakta, pazarlık etmekte! Can ve mal arasında bir tercih! Ya beş parasızsanız…
Bu hem örtülü bir tehdit hem de vicdanlara ipotek konması hadisesidir. Düşünün sevdiceğiniz can derdinde, sizden ya malı ya canı tercihi isteniyor!
Sağlık hizmetlerinde dört temel etik ilke vardır:
- Yarar sağlama: Hastanın sağlığını önceleme
- Zarar vermeme: Maddi kaygılar dahil hastaya zarar vermekten kaçınmak.
- Adalet: Sağlık hizmetlerine eşit erişimi sağlamak.
- Hastanın kararlarını saygıyla karşılamak.
Ameliyat sırasında yapılan ticari yönlendirmeler, bu dört temel etik ilkeyi birden ihlal anlamı taşır. Hastanın yararı yerine ekonomik kazanç önceliklendirilir, hasta yakınları baskı altında bırakılır ve eşitlik ilkesi göz ardı edilir.
Sağlık son hız ticarileşirken, özellikle tıbbi malzeme seçiminde ‘etik ikilem’ sağlıkçıların yeni kamburu kılınacağa benziyor. Bu etik ikilem özel müteahhitlik hizmetlerinde yer alan bordrolu inşaat mühendisleri ile yer yer benzerlikler taşımakta. Birbirinden uzak algılansa da inşaat ve sağlık sektöründe malzeme seçiminde kâr hırsı ölümcül olabilmekte. Son depremlerden bunun tanığıyız.
Hekimlerde yaratılan ‘etik ikilemin’ hasta yakınlarında tezahürü ‘ekonomik ve vicdani’ ikilemdir. En pahalı malzemenin en iyi sonucu vereceği algısı, ucuz malzemenin hastanın sağlığını riske atabileceği endişesi kahredici bir yaşanmışlıktır.
Sağlık hizmetlerinin piyasalaşmasının somut bir göstergesidir bu.
Özel sağlık kurumlarının sayıca ve yine kapasite bağlamında Avrupa ülkelerine göre hızla arttığı bir süreci yaşıyoruz. Her ne kadar inşaat sektörüne yetişemese de sırf İstanbul’daki müteahhit sayısının tüm Avrupa’dan fazla olduğunu hatırlamakta fayda var. Malum bizde müteahhit olmak için inşaat mühendisi ya da mimar, özel sağlık kurumu sahibi olmak için de hekim ya da sağlıkçı olmak gerekmiyor.
Böyle bir ahvalde her iki sektörde de malzeme seçimi patronun kâr hırsına, etik ikilem ise hekim ve inşaat mühendislerinin hanesine düşüyor.
Ne bekliyorduk ki!
Müteahhit iken binaları en ufak bir depremde yerle bir olan sermaye birikiminin, hastane sahibi olduğunda malzeme seçimi ve kâr hırsı farklı mı olacaktı? Misal şehir hastanelerinin sahiplerinin önemli bir kısmı inşaat sektöründen geçiş yapanlar.
Hangimiz sağlık hizmetlerinin kamusal şemsiyede karşılandığı doksanlı yıllarda böyle bir tablo hatırlıyoruz? Sağlığın ticarileşmesi, sağlık hizmetlerinin bir kamu hizmeti olmaktan çıkarılarak bir piyasa ürünü gibi görülmesinin çıktılarını yaşıyoruz nicedir. Sağlık giderek insan hakkı olmaktan çıkarılarak, satın alınabilir bir mal veya hizmet olarak belletiliyor topluma. Ama bu böyle gitmez.
Hekim maaşları hem kamu hem özel hastanelerde oldukça düşük tutularak, sağlığın gasbında onların suskun ve edilgen kalmaları hedefleniyor. Kamuda adına ‘Performansa göre ödeme’, özelde ‘prim’ denen uygulama özünde aynı: Hekimlerin maaşının ekseriyeti artık kamu ve özelde kuruma kazandırdıkları paradan bir pay olarak tanımlanmakta.
Sağlıkta ticarileşmenin, sağlık hizmetlerini bir ayrıcalık haline getireceği aşikar. Giderek hasta-hekim ilişkisinin ticari bir ilişkiye evrilmek istendiğini yaşıyoruz. Toplumsal itiraz örgütlü bir çaba ile hayata geçirilmezse tıbbi kararlar, tıbbi gereklilikten çok maliyet ve kârlılık kaygılarıyla şekillenecek.
Hasta hakları açısından en temel ilkelerden biri bilgilendirilmiş onamdır. Bu, hastanın yapılacak müdahale hakkında tam, açık ve anlaşılır bilgi alarak özgür iradesiyle karar vermesini gerektirir. Ancak, hasta ameliyatta iken, hasta yakınlarına son dakika içinde malzeme seçimi yaptırmak, sağlıklı karar sürecini imkansız kılar. Bu durum, bilgilendirilmiş onam ilkesinin açık ihlalidir.
Maddi durumu iyi olmayan hasta yakınlarının, daha düşük kaliteli veya daha az etkili malzemeleri seçmek zorunda kalmasına ya da duygusuna neden olabilir. Böylece sağlık hizmetlerine erişimde eşitsizlikler artar.
Sağlığın ticarileşmesinin, tıp etiği açısından ciddi sorunlar doğurduğu aşikar:
- Hasta yerine müşteri anlayışını teşvik ediyor
- Tıbbi kararların finansal çıkarlarla şekillenmesine neden oluyor
- Hekimlerin mesleki bağımsızlığını zayıflatıyor.
Unutulmamalı ki, sağlık hizmetlerinde etik ilkeler önceliklendirilmediğinde, sağlık bir ayrıcalık haline gelir ve toplumda eşitsizlikler derinleşir. Bu nedenle, sağlık hizmetlerinin ticarileşmesine karşı çıkarak, insan onurunu ve hasta haklarını koruyan bir sağlık sistemi oluşturmak, hem etik bir gereklilik hem de toplumsal bir sorumluluktur.
Sağlıcakla kalın.
Evrensel'i Takip Et