19 Şubat 2025

Eeyyy vaahhh TÜSİAD

Literatürde az sayıda ampirik çalışma olsa da 1950’li yılların Türkiye’de büyük sermayenin oluşum yılları olduğu genel olarak kabul edilmektedir. Bu süreçte önceleri özellikle ithalat ile uğraşan tüccar sermayesi, iç pazarın belirli bir büyüklüğe ulaşmasıyla ticaretini yaptığı ürünün üretimine yönelmiştir. Üretim ve dağıtım süreçlerini bütünleştiren yeni sanayi sermayesi tekelci bir avantaja sahip olarak dünyaya gelmiştir. Örneklersek süreç tüccar Vehbi Koç’un, sanayici Vehbi Koç’a dönüşme sürecidir.

Diğer yandan belirli bir birikim düzeyine ulaşmış olan ticari sermayenin sanayi sermayesine dönüşmesi, yeni oluşmakta olan sanayi sermayesinin birikim koşullarının mümkün kılınması ile birlikte yürüyecektir. Henüz dış pazarlarda rekabet edebilmekten uzak olan sanayi sermayesi için bu dönemin elverişli koşulları 1960 kırılması ile birlikte düzenli hale gelen ithal ikameci iktisat politikaları ile sağlanacaktır.  

Bu politikalar Türkiye’de 1960’lı yıllarda özel sektöre dayalı endüstriyel gelişmeyi hızlandırmış, hatta bu on yılda başlayan hızlı bir holdingleşme süreci gözlenmiştir. Bu süreç etkisini siyaset alanında da göstermeye başlamıştır. İlk holdinglerden biri olan Koç Holding’in kurucusu Vehbi Koç, Hayat Hikayem isimli kitabında, holdingleşmenin önünü tıkayan kanunlarda değişiklik yapılmasındaki rolünü anlatmaktadır. Böylelikle, öne çıkan sanayi işletmelerinin birçok yeni fabrika ve şirket kurarak, ürün çeşitlendirmesine giderek ve bankaları bünyesine katarak, holding ya da sermaye grubu olarak geliştiği bir süreç izlenmiştir.

Vehbi Koç ve Adnan Menderes | Fotoğraf: VEKAM arşivi

Türkiye’de holdingleşme 1960’lı yıllarda başlamış ancak 1970’li yıllarda hızlanmıştır. 1979 sonu itibariyle Türkiye’de 210 holding vardır. Bunların kuruluş tarihleri belirlenebilen 183 tanesinden 148'i 1970’li yıllarda kurulmuştur. Diğer yandan bu dönemde Türkiye’de kurulan holdinglerde sermaye açısından da bir yoğunlaşma gözlenir. Toplam holding sayısının %2.8’i toplam sermayenin %22.9’unu, %3.9’u %30.18’ini, %7.2’si ise %45.85’ini kontrol etmektedir. Dolayısıyla sanayi sektöründeki yoğunlaşmaya ilave olarak büyük sermaye içerisinde de oldukça eşitsiz bir ilişki söz konusudur. Az sayıda sermaye grubunun büyük sermaye içinde öne çıktığı söylenebilir.

Tüm bu tespitler Türkiye’de hızlı gelişen sanayi sermayesi içinde ciddi bir hiyerarşinin de oluştuğunu göstermektedir. İşte yoğunlaşan bu güç, dönemin en önde gelen on iki sanayicisinin bir araya gelmesiyle 1971 yılında kurumsallaşarak Türkiye Sanayici ve İş adamları Derneği (TÜSİAD)’ı ortaya çıkarmıştır. Rahmi Koç, TÜSİAD’ın kuruluş felsefesi ve fikrinin Vehbi Koç’a ait olduğunu ifade ederken, kuruculardan olan Selçuk Yaşar da Vehbi Koç ve Nejat Eczacıbaşı’nın karar mercii olduklarını belirtir. TÜSİAD bir yandan sınıf içi güç temerküzüne dayalı olarak gelişen bir ayrışma sürecinin, diğer yandan da 1960’lar ve 1970’lerde sanayileşme süreci ile birlikte hızla gelişen ve kurumsallaşan işçi sınıfının gücüne ve etkisine karşı sınıflar arası mücadeleye dair bir sürecin ürünüdür.

TÜSİAD ile birlikte Türkiye büyük sermayesi politik süreçlerde de daha aktif bir görünüm kazanmıştır. Ancak 1970’lerin yükselen sınıf mücadelesi ve bunun siyasal düzleme yansıması bu sermaye grubunun hükümetler düzeyindeki yüksek tesirini sınırlayıcı olmuştur. Bu sınırlılık, 1979 sonlarında iktidardaki CHP hükümetine karşı ilanlar yoluyla aleni bir şekilde başlatılan ve hükümetin düşmesine yol açan saldırı ile aşılmıştır.

Vehbi Koç, Bülent Ecevit ve Nejat Eczacıbaşı | Fotoğraf: VEKAM arşivi

Söz konusu ilanlar 13 Mayıs – 12 Haziran 1979 tarihleri arasında yedi gazete ve bir haftalık dergide toplam 24 defa yayımlanmıştır. Toplamda daha fazla ilan tasarlanmışsa da sadece dört tanesi yayımlanmıştır. İlk ilan taslağının metninde TÜSİAD “Neden Yeni Bir Hükümet İstiyoruz” başlığını atmış ve hükümetin değiştirilmesi gereğini vurgulamış olsa da daha sonra ilan metinleri yumuşatılmıştır. Salt bu durum bile büyük sermayenin eriştiği ekonomik gücün siyaset üzerinde nasıl kullanıldığını gösterir niteliktedir. İlanlarda bir yandan Ecevit Hükümeti eleştirilirken bir yandan da çözümün dışa açılma, serbesti, hür teşebbüs, rekabet, batı ekonomisi içinde gelişme olduğu vurgulanmış ve her ilan neoliberalizme geçişin mottosu haline gelmiş olan “there is no alternative” söylemine benzer şekilde “Bir Başka Yol Yoktur” diye bitirilmiştir. Ecevit’in ilanlara yanıtı serttir: “Bu devlet, iş adamlarının muhtırası ile hükümet kurmaz, hükümet düşürmez, bu ülkede halkın dediği olur, halkı sömürenlerin değil.” Sonuç Ecevit Hükümeti’nin düşmesi olmuştur. Takip eden dönemde, 24 Ocak Kararları ve bu kararların hayata geçirilebilmesini mümkün kılan 12 Eylül Askeri Darbesi ile birlikte TÜSİAD’ın bir süredir işaret ettiği politika dönüşümleri hayata geçirilmiştir.  

TÜSİAD’ın hükümet bile düşüren bir güce sahip olma noktasından, yarım asırdan uzun tarihinde belki de ilk defa, başkanına soruşturma açılma noktasına nasıl gelindiğini anlamak bugünü anlamanın da anahtarı olarak değerlendirilebilir. İleride fırsat buldukça bu konuya dönmek üzere şu noktanın altını çizerek bitirelim yazımızı: Şüphesiz bu yazı yandaş medyanın yaptığı üzere TÜSİAD Başkanı’na açılan soruşturmayı haklı kılmak gayesi ile değil aksine bugüne gelen süreçte TÜSİAD’ın rolünü hatırlatmak için kaleme alınmıştır.

Evrensel'i Takip Et