20 Şubat 2025

Aldanmaya bahane arayanlar!

14 Şubat 2025 tarihli gazetelerin birinci sayfası

TÜSİAD’ın iki üst yöneticisinin Erdoğan yönetiminin ekonomi politikasına ve yargı organlarının “güvenlik güçleri”yle birlikte kitlelerin düzen hukukuna “güveni”ni artan şekilde sarsan uygulamalarına getirdiği itiraz ve ona Bakan Tunç başta olmak üzere Saray cephesinden verilen şiddetli yanıtlar yeni bir tartışmaya yol açtı. Bir tarafta “Ya ne oluyor, bu yönetim tekelci burjuvazinin çıkarlarını temsil etmiyor muydu, baksanıza onların en büyüklerine de saldırıyor” şaşkınlığı; öte yanda “İyi ya muhalefet cephesi genişliyor” beklenticiliği. TÜSİAD ile işçi sınıfını, ikisine de saldırı var gerekçesiyle “Aynı cephede yan yana” gösterme meraklıları, “Hepimiz aynı gemideyiz” tellallığı yapanların yanına hizalandılar! O bir yana, demokrat, hatta sosyalist olma iddiasındaki kimileri de bu karşılıklı atışmayı, Saray yönetiminin “sermaye karşıtlığı”na kanıt olarak göstermeye yöneldiler. Emre Kongar Cumhuriyet’te, “Bazı aymazların sandığı gibi bu rejim, sermayeden yana değildir; tam tersine, sermayeye de karşıdır” diye yazdı. Gerekçesi, Erdoğan yönetiminin “sadece kendi oligarşisinden yana” oluşuydu!

Yaşananlar yukarıdaki türden beklenticiliği haklı çıkaracak ya da Kongar ve benzeri düşüncede olanların ileri sürdükleri denli sade, basit ve net midir? Elbette hayır! Kurt ile kuzuyu birlikte gütme hayalleri kuran çobanın teselliyi masallarda aramasından çok daha farklı bir durum söz konusudur.

TÜSİAD yöneticileri, devlet yönetim tarzı ve uygulamalarından bazısını ilk kez eleştirmiyorlar. Daha önce de karşılıklı atışmalar yaşandı. Erdoğan’ın TÜSİAD’dan gelen eleştirilere karşı, “Grevleri olağanüstü halden yararlanarak erteliyoruz, daha ne istiyorsunuz?​” mealindeki yatıştırıcı yanıtlarıyla daha dobra saldırı cümleleri arşivlerde bulunabilir. TÜSİAD yöneticilerinin eleştirilerinin büyük sermaye grupları, holdingler, oligarşinin farklı klikleri arası çelişkilerle; pazar payı, özellikle de “kamu ihaleleri” adı verilen yağma ve yığma rant olanaklarının “adaletsiz dağılımı”yla ilişkisi vardır. Onlar bunu, iç ve dış pazar olanaklarının Beştepe’den listelenmesine zaman zaman itiraz ediyorlar. Erdoğan yönetiminin MÜSİAD’çıları zenginleştirip onların desteğini daha çok önemsediği de doğru ve bu bir çelişki nedeni. Ama buradan hareketle Erdoğan iktidarının işçiye de kapitalistlere de karşı olduğu sonucu çıkarmamak gerekir.

Burjuva devlet ve hükümetleri evet tüm toplumu hükmederek yönetme işleviyle yükümlüdürler. Görünürde toplum üstü konumda, işçi-kapitalist ilişkilerini düzenleyici mekanizmaların “adaletli işlemesi”yle de sorumludurlar! “Hepimiz aynı gemideyiz” yalanı buralardan güç alır. Ama gerçek hayat, kapitalizmin yüzyılları bulan işleyişi ve devlet-hükümet kurumlarıyla ilişkisi, bu yönetimlerin işçiler başta olmak üzere halk kitlelerine karşı, sermayenin ve özellikle de onun tekelci kesimlerinin çıkarlarının bekçisi olduğunu denebilir ki milyonlarca kez göstermiştir. Hükümetler bazen belirli bir sermaye kesimi yararına diğerleriyle çatışmaya bile gerebilirler. Ne ki bundan da onların sermaye karşıtlığı çıkmaz.

Bütün bunlar bir yana, Erdoğan yönetiminin 23 yıllık döneminde tüm toplumsal hasıladan sağlanan gelirlerin yarıya yakınını en üst yüzde yirmilik zengin kesiminin; buna karşı en yoksul yüzde yirmilik alt kesimin yüzde altı civarında pay aldığı biliniyor. En çok kazananlar listesinde TÜSİAD üyeleriyle MÜSİAD’çılar başta geliyor. Karşıtlık ise sadece politik alanda yaşanmaz. Politik tekelci konum ekonomik bölüşüm üzerinde etkili olsa da emek gücü sömürüsünü gerçekleştiren sermaye sahipliğinin devamı kapitalizmin işleyiş yasasıdır. Sermaye gruplarından biri ya da birkaçını daha fazla kayırıp diğer bazısıyla çelişip hatta çatışmaya girmek, sermaye karşıtlığına delalet etmez. Böylesi karartmaların zenginlere, büyük sermaye sahiplerine zararı olmaz, onlar gerçeği bilirler. Ama ya yoksul halk kitleleri?

Onların aldanmasına-yanılmasına hizmet edecek sözler etmemek gerekir: Pahalılıktan, yoksulluktan, işsizlikten, grev ve gösteri yasaklarından, konuşma-yazma hürriyetinin olmamasından, seçilmiş belediye yöneticilerinin görevden alınmasından, gazetecilerin zindanlara tıkılmasından şikayetçi ve bıkmış insanları aldatma politikalarına, gerekçe ne olursa olsun katkıda bulunmamak gerekir. BİRTEK-SEN’e, onun üzerinden mücadeleye yönelen Antep işçilerine; onların direnişinin yaygınlaşması ve ülkenin diğer bölgelerindeki işçilerin de harekete geçmesiyle genel grev-genel direnişe doğru yol alması olasılığına karşı saldırılar ile TÜSİAD yöneticilerine “soruşturma” ve suçlayıcı açıklamaları aynı kategoride işler değildir. Kaotik durum ve toplumun hemen her kesimini huzursuzluğa, güvensizliğe ve kaygıya sürükleyen gelişmelerin yoğunlaşması; sermaye ve emek güçlerinin aynı sorunlarla yüz yüze olduğunu göstermediği gibi onlar arası karşıtlığı da ortadan kaldırmıyor. Saray yönetiminin uygulamalarından şikayetçi TÜSİAD patronları işçilerin ücreti artsın, işsizlik olmasın, sendikal örgütlenme önündeki engeller tümüyle kaldırılsın diye ortaya atılmış değiller.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Tutuklu Sendikacı Mehmet Türkmen cezaevinden işçilere seslendi: Bu koşullar fabrikalardaki kölelik koşullarından daha kötü değil

Tutuklu Sendikacı Mehmet Türkmen cezaevinden işçilere seslendi: Bu koşullar fabrikalardaki kölelik koşullarından daha kötü değil

Antep’te patronların yüzde 30 zam dayatmasına karşı binlerce işçinin katıldığı grevlere öncülük ettiği için tutuklanan BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen Evrensel’e konuştu: “Tutuklanmam patronların kurduğu kölelik düzenine itiraz etmeyin mesajıdır. Vereceğimiz yanıt bizleri köleliğe mahkum etmek isteyenlere inat, BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmektir.”

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
21 Şubat 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et