Alternatif nerede?

Fotoğraf: Kazım Kızıl
Ülke zulmün yoğunlaştığı bir dönemden geçiyor. İşçinin hakkını savunan sendikacı, politik partilerin yöneticileri politika yaptıkları için tutuklanıyor, göz altına alınıyor, görevi halka gerçekleri açıklamak olan gazeteciler görevlerini yaptıkları için içeri tıkılıyor, sanatçıları temsil etmekle görevli menajer görevini yaptığı için -tekel her alanda var ve bu ayrı bir sorun-cezaevine atılıyor, Türklerin ve Kürtlerin birlikte ve ayrı demokratik hareketleri baskı ve terörle bastırılmaya çalışılıyor, belediyelere kayyım atamaları tüm hızıyla devam ediyor. Yasakların ve zorbalığın alanları her geçen gün biraz daha yaygınlaşıp, katmerleşiyor.
Bütün bu olup bitenler bazı çevre ve kişiler tarafından anlaşılmaz ve çelişkili bulunuyor. Böyle düşünmelerinin nedeni ise şu: Deniyor ki, “Bir taraftan barış, kardeşlik ve çözüm için görüşmeler yapılırken, diğer taraftan bu operasyonlar yapılıyor, buna bir anlam veremiyoruz, şaşkınlık yaşıyoruz.” Bu çevreler, gelişmelerin açıklamasını Erdoğan, Bahçeli arasındaki -olmayan- çelişkide arıyorlar. Ortada gerçekten bir çelişki var mı? İktidarın ve ortakların birbirinden farklı olmayan açıklamalarına göre bir değerlendirme yapılacak olursa ortada bir çelişkinin olmadığı görülecektir. Çünkü onlara göre Kürt sorunu diye bir sorun yoktur, mesele terörden ibarettir ve bu görüşmeler terörü sona erdirmek içindir. Peki kardeşlik bunun neresinde? Onların istediği kardeşlik Sultan Yavuz ve İdris’i Bitlisi kardeşliği ve onun günümüz koşullarında yenilenmesidir. Bu tür kardeşlikte hak ve özgürlükler, demokrasi ve eşitlik yoktur. Bunu kabul etmeyecek kesimler bastırılmalı ve susturulmalıdır. Böylece bu tür bir “kardeşlik” isteyen Türkler ve Kürtler birlikte bölgede diğer halkların başına bela olacaklardır.
Saldırılar sadece bu alanla sınırlı mı? Elbette değil, iktidarın ve sermayenin hedefinde öncelikle ekonomik hakları için mücadele kararlılığı gösteren işçi sınıfı ve emekçiler var. BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen’de kişisel bir suç nedeniyle değil, işçilerin haklarını kararlıca savunduğu için tüm mücadeleci işçi ve sendika yöneticilerine gözdağı olsun diye tutuklanmıştır. Türkmen’in karşısında “Malımı, mülkümü Allah verdi” diyen -işçinin sırtından artı değer sömürüsü yapmayı bırakırsan sana bir şey verilmeyeceğini eminim çok iyi biliyorsundur- patrona, “O zaman sende işçinin hakkını ver” diyen Türkmen mücadeleci sendikacı niteliğiyle iktidar kurumlarının devreye girmesi ile tutuklanmıştır, çünkü işçileri uyandırmak, örgütlemek, harekete geçirmek gibi affedilmez bir “suç” işlemiştir. İktidarın ve sermayenin baskı ve terörü varsa, işçilerin de birliği ve mücadelesi var, boyun eğmeyecekler.
Bütün bu gelişmelerden büyük patronların organizasyonu TÜSİAD’ın da etkilendiği görülüyor. Bu nedenle TÜSİAD çok tartışılan ve farklı anlamlar yüklenen çıkışını yaptı. Ne oldu da bu iktidar döneminde servetlerine servet katan büyük patronlar bir açıklama yapma gereği duydu? Öncelikle vurgulamak gerekir ki TÜSİAD’ın daha önce yaptığı çıkışlardan özünde farklı olmayan bir çıkış bu. TÜSİAD’ın bu tür çıkışlarının altında genellikle iki -diğer itirazlarını dikkate almak gerekmiyor- neden yatar. İlk neden işçi ve emekçi hareketinin yükselmesi ve yaygınlaşmasına karşı düzen güçlerini göreve çağırmaktır. Darbeler ve müdahaleler bu çağrıların ve dış koşulların da uygunluğu ile gerçekleşti. TÜSİAD’ı harekete geçiren ikinci neden ise tehlikenin alttan değil, üsten gelmesidir. Yani hükümetlerin, iktidarların, büyük sermayenin ve onların mevcut devletinin çıkarlarını iyi savunamaması, ya da onları tehlikeye atacak eğilimleri engelleyecek adımları atmaması. Bunların örnekleri Ecevit hükümetine karşı tutumlarında, 28 Şubat döneminde ve son yaptığı çıkışta görülebilir. TÜSİAD mevcut iktidara ‘Toplum alttan alta kaynıyor, mücadeleleri giderek engellenemeyecek bir boyuta sıçrayabilir, sen tutumunla hem bizim sınıfsal çıkarlarımızı hem de devletimizi tehlikeye açık hale getiriyorsun, toparlanman gerekiyor’ demektedir. Yani TÜSİAD sermaye düzeninin ‘koruma ve kollama’ görevini yerine getirmektedir. Ama unutulmaması gereken bir gerçek var, o da şu; geçmişte TÜSİAD’ın emre amade generalleri vardı, şimdi durum farklı. Diğer bir gerçek büyük sermayenin bölünmüş olduğu gerçeği. Bu gerçekler TÜSİAD’ın sigaya çekileceğine işaret ediyor. Uluslararası koşulların da oldukça değişmekte olduğunu yabana atmamak gerekiyor. Bırakalım ölüler ölülerini kaldırsın.
Ama bizim temel sorunumuz şudur; ülke bu dönemden nasıl çıkacak? İktidar ve ortağı durumdan memnundur, onların aynı biçimde devam etme, bunu gerekirse şimdi olduğu gibi terörü ve baskıyı şiddetlendirerek sürdürme dışında bir alternatifleri yoktur. Ana muhalefet partisi ise seçimlerin erkene alınmasını çözüm olarak görmektedir. Bunu zorlamanın yolunu adayını açıklamakta bulmaktadır. Ortada bir erken seçim yok ama aday hazır! Seçim kuşkusuz küçümsenecek bir gerçek değil. Ama seçim isteyenin kitlelerin gücünü harekete geçirmeyi başarmaktan başka bir yolu yoktur. Ancak düzen partileri için kitlelerin harekete geçmesi çok risklidir ve sonunda hareket kendisini de ezip geçebilir. Bu olasılık için ana muhalefetin açlık ve yoksulluğun pençesindeki halka Şimşek programından başka sunacak bir “çözümünün” olmamasını hatırlatmak yeterlidir. Eğer CHP’nin istediği koşullarda bir erken seçim olursa, bunun sonucunda kitlelerin taleplerinin karşılanmayacağı açık değil midir? CHP belediyeleri eliyle yoksulluğu yönetme konusunda bir tecrübeye sahip oldu. Ama halkın sorunları çok derin ve köklü dönüşümler olmadan çözülemeyecek durumda.
Bütün bunları kökten değiştirecek güçlü bir alternatif vardır ve bunu hayata geçirmek için koşullar bugün her geçen gün daha fazla olgunlaşmaktadır. Sefalet ve açlık yaygınlaşmakta, işçiler kölelik ücretlerini reddetmekte, emeklilerin ve maaşıyla geçinemeyenlerin hoşnutsuzlukları ve tepkileri giderek daha fazla artmakta, doğanın yağma ve talanına karşı daha güçlü direnişler gündeme gelmektedir. Emek, demokrasi ve barış güçleri bütün bu tepkileri kendi etrafında birleştirecek bir halk cephesi örebilmeyi başarabilirse, birleşik ve genel mücadele ile halkçı bir ekonomi, demokratik, bağımsız bir ülke kurmanın yolunu açabilirler. Düzenin her türden bekçisi bunun farkındadır ve her birisi kendi “alternatiflerini ve çözümlerini” halka dayatma peşindedirler. Türk olsun, Kürt olsun işçi ve emekçi halkın önünde tarihsel bir fırsat var ve bu mücadeleyi örgütlemekle sorumlu olanlar görevlerini yapmayı başarabilirlerse, bunun gerçeklemesi hayal değildir.
Evrensel'i Takip Et