22 Şubat 2025

İşçi/emekçi yararına bir kentleşme nasıl olabilir?

Bu Cumartesi Sayfaları’nın teması kent olunca, bana da kentleşmeyi tartışmaya açmak düştü. Başlığı “kent planlaması” değil de “kentleşme” olarak tanımladım. Çünkü kent, sistem tarafından metalaşmış ve yine sistemin kurucu aracı olan planlamanın bir nesnesi haline getirilmişse, tahayyülümüzü kenti planlamaktan yana kurmamak gerekiyor. Aksine, kenti planlanabilen değil, sistemden kaçış çizgileriyle, sızıntılarla, başka olanaklar yaratan bir oluş halinde, kentleşme bağlamına taşımak gerekiyor. Önce bu yaklaşımı biraz açalım.

Çağımızın kapitalist modernite projesi bağlamında bir disiplin olarak kabul edilen planlama, sistemin kurucu ögelerinden birisi olarak kentleri planlamaya kalkar. 19. yüzyıldan bugüne, kentsel planlama toplumsal yapıyı denetlemeye/gözetlemeye yönelik bir işlev taşır. Erken kapitalistleşmiş Batı Avrupa ülkelerinden, geç kapitalistleşmiş ülkelere transfer edilen bu disiplin, çoğunlukla doğal dokuyu yapılı çevreye dönüştürecek imar faaliyetlerini içerirken ürettiği bilgi ile toplumsal bir hegemonya kurar, yarattığı eşitsizlik ile de kaos üretir.

Kentin kullanım değeri yerine dönüşüm değerini önceleyen, bu yolla inşaat sektörüne kaynak yaratan ve sermaye birikimi sağlayan sistemin yarattığı sorunları düzenlemeye çalışan ana akım planlama ise, sıklıkla sorunun yerini değirir. Sorun bazen ilgili ülkedeki başka bir yoksulluk mekânına bazen de başka bir yoksul coğrafyaya taşınır.

Örneğin fabrikaların inşası ile üretim alanları etrafında şekillenen planlı veya plansız işçi yerleşimleri, zamanla fabrikaların kent içinde toprak değeri yüksek yerlerde kalması ve sanayinin yer değişimi nedeniyle çözülmesi sonucunda soylulaşmaya başlar. İşçilerin yaşam alanları yeniden ellerinden alınır, çitlenir. Kentte inşaat sektörü hakimken, doğayı imara açan enerji, maden gibi sanayi sektörleri de kırsalı dönüştürür.

Ana akım planlama bünyesinde “planlama hiyerarşisi” olarak tarif edilen, alt ölçeklerdeki imarı, üst ölçeklere bağlayan sistem, “mekânsal strateji planları, bölge planları, bölgesel gelişme stratejileri, çevre düzeni planları” gibi araçlarla esasen ülkenin “kalkınma” stratejisine bağlanır. Kapitalist sistemde kalkınma, öncelikle ekonomi yönüyle ele alınır. Bazı Kuzey Avrupa ülkelerinde uygulanan onarıcı sosyal kalkınma arzusu, “degrowth (büyümeme)” veya kontrollü büyüme gibi yolları önererek sistemde denge sağlamaya çalışır.  

Aynı Türkiye’de de olduğu gibi, ana akım planlamanın işlemediği zamanlarda, özellikler de deprem, sel gibi doğal olayların yıkıcı etkisi karşısında, bazı onarıcı yaklaşımlar sunulur. Örneğin “esnek, dirençli, açık planlama” vb. çeşitli sıfatlarla öne sürülen çeşitli yapıcı planlama yaklaşımları gibi. Bunları sistem-içi onarım olarak tarifliyorum. Sermaye birikimi lehine süregiden planlama disiplinin yarattığı kentsel eşitsizlikleri, dezavantajlı olarak tarif edilen topluluklar için iyileştirmeyi öneren bu yaklaşımlar, kapitalizmin kök sorunlarını genelde teğet geçerler.

Neticede planlamanın bir asırdan uzun süren seyri sorunları büyüterek süregidiyor. Söz gelimi F. Engels’in 1872-3 yılları arasında kaleme aldığı “Konut Sorunu” isimli yayınında söz ettiği, “burjuvazinin konut sorununu kendi tarzıyla -yani sorunu sürekli olarak yeniden üretecek şekilde- çözmenin tek yolu var; buna “Haussmann” yöntemi deniyor” ifadesi Paris’te halen yaşanıyor (Kor Kitap, 2024: 81). Günümüzde Paris’in “çöküntü alanı” veya “korku bölgesi” olarak tarif edilen merkezden ötedeki dış bölgeleri, gettoları ve banliyö yerleşimleri, bir yandan kentsel eşitsizliğin ve bariyerlerin tezahürleri iken bir yandan da yeniden planlamanın arzu alanı haline geliyor.

Tam da bu nedenle kentsel planlama yerine, anti-kapitalist bir kentleşmenin oluşumunu merkeze almak elzem. Bunun için de kapitalizmin tek seçenek olduğu inancıyla baş edecek bir politik yaklaşım gerekiyor. Örneğin sistemsel sorunları “çoklu kriz” vb. sıfatlarla kök bağından koparan bir yaklaşım yerine, iki asırdır artan yaşamsal sorunların köküne ve hangi araçlarla işlendiğine bakmak elzem. Ya da sosyalist dönemin kent pratikleri kentleşme adına üzerine düşünülesi çok şey ifade ediyor. Söz gelimi görselde yer alan, kır-kent çatışmasını kent lehine dağıtma arzusuyla sosyalist kent için bir model ileri süren ve tasarım ortamında epey tartışma yaratandisurbanizm (şehircilikdışı)” gibi yaklaşımları sorunsallaştırmak.

Başlıkta işçi/emekçi yararına kentleşme dedim ancak yapılı çevreyi sadece insan odaklı değil, insanı da sadece emeği üzerinden ele almayıp, çağımızda sistemin kurucu dinamikleri olan tüm ayrımcılıklar üzerinden düşündüğümüzde, bu sayfada yaklaşık bir yıldır kent hakkı üzerine yazdıklarıma yakınlaşmış olacağım.

Lefebvre’in işaret ettiği gibi, sistemin sunduklarını iyileştirmek ya da bazı adil kırıntılar bahşedilmesini talep etmek aynı çukurun içinde debelenmeye neden oluyor. Kentleşme adına düşünce ve eylem olasılıklarını açmak için, başka bir kentleşme tahayyülü gerekiyor. 

Bir devrimsel dönüşümü beklemeden, sistemsel onarımın ötesine geçen bir paradigmayı merkeze alan, anti-kapitalist, anti-patriyarkal/türcü bir kentleşme tahayyülünün heterotopyalarını bugünden üretmek mümkün. Bu nedenle gündelik hayat praksisi içinden, ayrımcılık yaratan yapısal sorunları ortadan kaldıracak şekilde güç ilişkilerini değiştirmeyi hedefleyerek, kenti ve kendimizi, başka bir dünya yolunda, yeniden kurmayı tahayyül etmek, radikal bir kentleşme politikasını zorunlu kılıyor.

Kent hakkını ise, bir talepten çıkarıp, bir yaratım olarak ele alarak mevcut paradigmadan çıkmak gerekiyor. Kenti başka şekilde kurmak, halihazırdaki kapitalist kentleşmeye güç veren patriyarkayı, ırkçılığı, türcülüğü ve bunlar gibi canlı sistemi parçalayan ayrışmaları da ortadan kaldırmayı mesele edebilecektir. Kentin tüm bileşenlerinin yarattığı öznelliklere odaklanarak, toplumsal birliği kuracak güç ilişkileri arzu edildiğinde ise, sınıfsız toplum yolunda, hareketin mekânı kentler de özgürleşebilecektir…

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kamuda işçiden gizli pazarlık

Kamuda işçiden gizli pazarlık

Türk-İş ve Hak-İş’in üç genel başkan yardımcısı, 600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşme görüşmeleri için önümüzdeki hafta Çalışma Bakanlığına sunmak üzere zam talebini belirledi. Ancak zam oranı açıklanmadı. Pazarlığı yapılacak rakamdan haberi olmayan işçiler tepkili: “Neyi kimden gizliyorsunuz, taslağı açıklayın.”

22 bin 131 TL Türk-İş'in belirlediği açlık sınırı

72 bin TL Türk-İş'in belirlediği yoksulluk sınırı

30 bin TL kamu işçisinin ortalama ücreti

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen'in tutukluluğuna yapılan itiraz "kaçma şüphesi" gerekçesiyle reddedildi.

Evrensel'i Takip Et