Tökezleten taşlar, dünyanın işgali, göçmenlerin seçimleri
Parke taşların arasındaki küçük pirinç levha yerde yağmurla parlıyor. Yanına bırakılmış birkaç günlük güllerle kuru meşe palamudu yaprakları arasından isim görünüyor. Henriette Arndt, Hamburg’da bu binadan 1941’de alınmış, sonrası toplama kampına uzanacak.
Almanya’da Nazi rejiminin kurbanı olan Yahudileri anmak üzere yere çakılan bu plakaların gücünü arttıran şey tam bu sahneyi canlandırması. Belki komşuların, yoldan geçenlerin, muhtemelen başka duvarların ardından seyredenlerin gözlerinin önünde, tam burada yaşandı her şey. “Tökezleme taşı” yolunuza çıktığında durmanızı istiyor; adımlarınız bozulsun, tökezleyin, aynı şekilde devam edemeyin.
*
İsmini taradığımda 49 yaşında bir öğretmen olduğunu okuyorum Arndt’in. Yollandığı gettodan yazdığı bir kartpostal var; yaşanan her şeye bir insana duyulan sevgiyle katlanmaya çalışanların harfleri, zarif, dokunaklı el yazısı.
Bu bölge savaşta zarar gördüğü için 1950’lerde neredeyse tekrar inşa edilmiş ama bina hakikaten okula benzediğinden zihnim taşları birleştiriyor. Bugün bir toplum ve kültür merkezi olan Kulturhof Dulsberg’de Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu’nun (DİDF) Hamburg şubesi Kültür ve Edebiyat Günleri’nin on ikincisini düzenliyor. Az sonra konuşma sırası bana gelecek.
*
Almanya’da yarın yapılacak olan genel seçimlerin hemen ertesinde Hamburg eyalet seçimleri de olduğundan şehirde yol kenarlarındaki tüm ağaçlar ve sokak lambaları adayların fotoğraflarıyla dolu. Bazılarının gözleri karalanmış, kiminde bıyık var.
Festival mekânına geçmeden önce Altona’da seçim çalışmaları için buluşulan Goethe Meydanı’ndayız. DİDF’in açtığı seçim masasında derneğin yönetim kurulu üyesi, Sol Parti (Die Linke) Hamburg eyalet meclisi milletvekili Deniz Çelik konuşacak. Öncesinde konuşurken Çelik parti içindeki bölünmeden sonra bir sarsıntı yaşandığını ama oyların yüzde beşlik barajı riske atmayacak kadar yükseldiğini söylüyor. Almanya’da geçirdiğim iki hafta süresinde de Sol Parti’nin oylarını arttırdığına, aşırı sağın ülkenin gündemini ele geçirmesi karşısında gençlerde sola rağbetin bir miktar arttığına dair anketler, tespitler duyuyorum.
Meydanda, bir önceki Almanya Marksist-Leninist Parti’nin kalabalığı da var ortalıkta, ya çok gençler çarpıyor gözüme, ya da şimdilerde 60’larının sonunu yaşayanlar. Birileri “enternasyonal”i okuyor, yumruklar eski model yükseliyor; Almanca bilmeyen de bu kadar çok “kapitalizm” ya da “ırkçılık” geçince meramı anlıyor.
*
1980’de çeşitli göçmen işçi derneklerinin birleşmesiyle kurulan DİDF, sembolik görevlendirmelere sıkışmayan genç damarıyla benzeri örgütlenmelerden ayrılıyor. Hamburg şubesinin şu an başkanı 29 yaşında bir mühendis olan Emre Öğüt; kaldı ki bir önceki başkan Dilan Baran da aynı yaşlardaydı. Göç üzerine siyaset yapmayı sadece Türkiyelilikle sınırlamamayı ve göçü sınıf meselesiyle birlikte ele almayı tercih ettiklerinden, derneğin Alman gençlerin de parçası olduğu bir gençlik birimi var. Festival boyunca mutfaktan salona her yerde enerjilerinden etrafa sıçratarak çalışıyorlar. Türkçe etkinliklerde salonun bir köşesinden Almanca mırıltılar geliyor, bilenler bilmeyenlere çeviriyor, merak ediyorlar.
*
O gün Deniz Çelik’in konuşmasının özü gibi, DİDF’in açtığı pankartta da göçmenler üzerinden yürütülen düşmanca politikalara, seçim malzemesi haline getirilmelerine son verilmesi talep ediliyor. Hamburg’da, sonra Berlin’de dinlediğim çok kişi bir kılıfa sokmaya dahi yeltenmeden açıkça ırkçı, cinsiyetçi ve göçmen düşmanı olan siyasi parti AfD’nin ana akımdaki istilasından yakınıyor. Aşırı sağın zehri siyasetin penceresiz odasına yayılmış sanki; söylenebilir olanı, “normal”i değiştirmiş. Ülkede sadece göçmenlerden konuşulduğundan yakınıyor biri. Kimse, diyor, iklim krizinden, çalışma koşullarından, kiralardan bahsetmiyor. Türkiye’yle kıyas seviyesinde olmasa da enflasyon, keyfi işten çıkarmalar, artan esneklik, barınma krizi gittikçe ağırlaşan meseleler. Göçmenler zaten sanki “dünya dışı”lar; iradeleri, yaşamaya değer hayatları yokmuşçasına gelmesinler, gitsinler, gelsinler şunu yapsınlar aleniliğinde, zihinleri istila edilerek gittikçe sağcılaştırılan genel seçmene karşı pazarlık nesnesi gibiler. Özellikle Berlin’de yeni (ve sadece maddi gücüne dayanarak ülke değiştirmemiş olan) Türkiyeli göçmenlerden yaşadıkları belirsizlik, eski kuşak göçmenlerle gerginlikler, işsizlik üzerine hikâyeler ekleniyor dinlediklerime.
*
Aşırı sağın fütursuzca yükselişi, Gazze’deki soykırımın turnusola dönmesiyle gerçek yüzünü gösteren polis devleti, kısıtlanan ifade özgürlüğü nedeniyle seçim sonuçlarına göre Almanya’dan taşınmayı düşünen birini dinliyorum. Nasıl, nerede başlayacağı belli olmayan bir göçmen hayatı.
Yahudiler şuradan toplanıp trenlere bindirilmişti, bir Yahudi aile şu duvarın arkasında saklandı... Kentin sokaklarında üst üste binmiş katmanlar tarihin zehirle tekerrür edebileceğini hatırlatıyor; insanlığa dair bu ağır mağlubiyet yarattığı isyanı da boğuyor.
*
AIPD de oy istiyor. Almanya Uzaylı İşgali Partisi (www.aipd-partei.de), dünyayı istila etmiş tuhaf yaratıklar çizen bir illüstratörün her seçim öncesi Berlin’de küçük bir galeriden yürüttüğü kampanya. Misal “Köleliği daha da şeffaflaştırmayı” vaat eden bu siyasi partinin kurmaca hali afişlerden bas bas bağırırken, orayı gerçek bir seçim bürosu sanarak içeri girenlerden, soru soranlardan söz ediyor bu politik fantezinin yaratıcısı. Dünya demokrasisinin geldiği yerde düşmanını, kölesini ve kurbanını arayan bu politik dil garip kaçmıyor; “teslimiyet yoluyla özgürlük” kuşku uyandırmayacak kadar gerçek ve ne hazin ki güven uyandıran bir seçim vaadi.
*
Berlin Havaalanı’nın mermer taşlarında milyon yıllık fosiller, başka zamanların canlılarından izler çarpıyor gözüme. Tarihin katmanları.
Henriette Arndt’in ismini okuyor, sonra içeri giriyorum. Hamburg’da ve sonra Berlin’de farklı kapılardan geçip böyle fosillerden takım yıldızlara, yazdığım romandan daha yazmadıklarıma uzanarak bu çağın katmanlarından konuşuyorum.
Evrensel'i Takip Et