AKP-TÜSİAD hegemonya çatışmasının birkaç soruda analizi

Önce hızlı bir özet!

Dünyada bol ve ucuz döviz döneminin sona erdiği 2013 yılından beri birikip gelen sermaye içi bir kavganın ortasındayız.

O yıla kadar uzatmaları oynayarak gelen Kemal Derviş programı üretimde (sanayi-tarım) ve finansta dışa bağımlı bir ülke ekonomisi yaratarak misyonunu tamamladı. O günden beri ‘nasıl bir birikim-büyüme modeli?​’ sorusuna yanıt arama sürecinde iktidar ekonomide de dış politikada da savrulup duruyor.

Aynı soruya kendi çıkarlarına göre yanıt arayan TÜSİAD da uzlaşı-çatışma denklemiyle savrulup geldiği sürecin sonunda cevabının ayrıştığını kalınca çizerek ortaya koyuyor.

Ortaya konan farklı yanıtlar, farklı sermaye kesimlerinin farklı çıkarlarına denk düşüyor.

TÜSİAD (Sermaye yapıları, yurt dışı kredi olanakları, uluslararası bağlantıları, üretimde teknolojik payı görece güçlü sermaye) ile… MÜSİAD (Finansal yeterliliği az, düşük faizli TL krediye muhtaç, ihracatı teşvikle gerçekleştirebilen, ağırlıklı olarak tekstil, gıda, mobilya gibi emek yoğun sektörlerde faaliyet gösteren görece daha zayıf sermaye) farklı yanıtlar veriyor.

Bu sermaye gruplarından ikincisinin yani MÜSİAD’ın iktidar ile organik bağı var! Buna rağmen her ikisini de kollamaya çalışan AKP iktidarı bu iki sermaye çevreleri açısından bütünlüklü bir hegemonya üretmekte yetersiz kalıyor. 

Gelin şimdi bu fay hattı üzerinden sürecin kapsayıcı fotoğrafını çekelim.

1- Çatışma TÜSİAD’ın kaybettiği dönemde mi çıktı?

Hayır, tam tersi.

Kârlılıkları biraz düşse dahi bu süreçten çok olumsuz etkilenmediler. Geçen yılın son iki ayındaki sanayi büyümesi içinde en çarpıcı sıçrama, yüksek teknoloji ile üretim yapan büyük sermaye gruplarında görüldü. Bu kapsamdaki yaklaşık 4 bin fabrikada üretim yüzde 51.6 arttı.  

‘Rasyonel zemine dönmek’ diye hayata geçirilen Şimşek programı da uluslararası sermaye ile birlikte TÜSİAD’ın desteklediği ‘ortodoks’ ekonomi politikaları içeriyor.

Üstelik iktidar ABD-Batı cephesiyle dış politikada da uyumlu.

Ortada iktidar sözcüsü gazetelerin attığı gibi “TÜSİAD’ın rant sistemi çöktü” başlığına uygun bir durum yok!

2- Mesele hukuk ya da demokrasi mi?

Çatışmanın sebebi ne ‘demokrasi’ derdidir ne de iktidarın yansıtmaya çalıştığı gibi ‘hukuki’ gerekçelerdir.

Egemen sınıflar (kapitalist sınıfının çeşitli fraksiyonları) içinde çatışma ve çelişme daimdir. Türkiye’de iki olgu egemen sınıf içi gerilim ve çatışmayı her geçen gün tırmandırıyor.

Birincisi; devlet, parti-lider ‘bir’leşmesi. Bu durum, devleti, farklı sermaye fraksiyonları arasındaki denge gözetme tutumundan uzaklaştırıyor.

İkincisi ise; ekonomik süreçlerin ‘siyasileşmesi’; yani ekonomik sürece, sermaye fraksiyonları arasında rekabete izin veren piyasa kurallarının dışında müdahale edilmesi. TÜSİAD’ın ihale süreçlerinde kamunun ağırlığının ‘Adil rekabet ortamını bozduğu’ eleştirileri de tam da bu duruma işaret ediyor.

TÜSİAD da aleyhinde işleyen bu süreçte, ‘Piyasa kurallarının işlediği’, lehine sonuç yaratacak düzenlemeler yapılması talebinde bulunuyor. İktidara yönelttikleri ‘hukukun üstünlüğü’ veya ‘öngörülemezlik’ eleştirileri de piyasanın ‘kurallı’ işlemesine dönük bir talep.

TÜSİAD’a yönelik, “Türk iş dünyasının genelini temsil ettiği iddiasıyla yapılan açıklamalar, ne yazık ki ekonomik kalkınma ve iş dünyası odağından uzak, toplumsal huzuru zedeleyici bir içeriktedir” eleştirisi yapan MÜSİAD’ın derdi de toplumsal huzur değil, kendi huzurudur.

MÜSİAD’ın yaptığı da tıpkı TÜSİAD’ınki gibi hegemonya mücadelesidir. Kapitalist sermaye birikimin hangi yoldan yapılacağının belirleyicisi olan devlet mekanizmasındaki güç savaşına dahil olmaktadır.

MÜSİAD’ın da ‘vesayet’ arayışı, eleştirdiği sermaye grubundan farksızdır. Her ikisinin de kavgası devlet işleyişinde hegemonya kurmaktır.

3- ‘Belediyelere kayyım’, ‘gözaltı’ ve benzeri siyasi-demokratik söylemler hegemonya mücadelesinde ne anlama geliyor?

Devlet mekanizmasındaki hakimiyet kaybını, kendi programını desteleyecek siyasi alternatifin varlığı ile dengeleyen TÜSİAD, bu ‘silahının’ elinden hukuk yoluyla alınmasına itiraz ediyor. İktidarın siyasi alternatifleri hukuk yoluyla bertaraf etmesine karşı çıkıyor.

Aynı zamanda da iktidarın kaybettiği desteğini zor yoluyla kontrol etme... Yoksulluğu yönetme başta olmak üzere, genel olarak yaşadığı yönetme krizini siyaset alanını daraltarak çözme... Ve benzeri adımlarına karşı TÜSİAD toplumsal tepkilerin patlatmasına da ön alma ihtiyacı duyuyor.

4- Hegemonya mücadelesi iki sermaye grubunun programları nerede ayrışıyor?

AKP kendi organik sermaye grubunun yoğun artı değer üretimine dayanan ucuz emek-ucuz meta üretimine dönük işleyişini ‘kalkınma modeli’ haline getiriyor.

Bütün bir çalışma hayatını buna göre dizayn ediyor, organize sanayi bölgelerini buna göre kurguluyor, duble yolardan demir yollarına bütün bir ulaşım altyapısını buna göre planlıyor, iş hukukunu buna göre düzenliyor.  

TÜSİAD ise sanayi, kalkınma, büyüme stratejisinin değiştirilmesi gerektiğini vurguluyor. Daha yüksek teknolojiye geçiş, daha katma değerli üretim ve buna dayanan ihracat öneriyor. Türkiye’nin Bangladeş, Vietnam gibi ülkeler ligine doğru değil-kendi sermaye birikiminin de ihtiyaçlarına uygun olarak-yüksek teknolojili rekabet liglerine yöneliş öneriyor.

5- Tarikatların etkisine de dikkat çekilerek yapılan eğitim eleştirisi de hegemonyanın parçası mı?

TÜSİAD da birikim modeli anlayışına uygun eğitim öneriyor: “Katma değerli üretim yapmak, yüksek teknolojiye ulaşmak nitelikli insan kaynağı ve bunu sağlayacak eğitim gerekiyor.”

Eğitimde dincileşmeyi de ‘nitelikli eğitime’ engel olduğunu görerek eleştiriyor. Kurumları, bürokrasiyi, piyasa ve hukuk sistemini eleştirirken de aynı mantıkla hareket ediyor, kendi projesini hakim kılmak.

6- Çıkışına ve başkanlarının gözaltına alınmasına bakınca TÜSİAD mağdur ve demokrat mı?

Türkiye burjuvazisinin ‘en iri’ kesiminin örgütü TÜSİAD’ın anlık çıkışlarına bakarak değerlendirme yapmak yanıltır.

Örneğin sadece darbelere desteğine bakanlar için dikta heveslisi egemendir.

Siyasette askerin ağırlığının-baskısının olduğu 1997  yılında ‘Türkiye’de demokratikleşme perspektifleri’ raporuna bakanlar için ala bir demokrat olarak gözükebilir. Çünkü rapor ifade özgürlüğünden -ana dilinde eğitim hakkı gibi taleplerle- Kürt sorununa uzanan içeriğe sahipti.

Bu durumda TÜSİAD kuş mudur deve mi? Ne kuş ne deve kendi formunda bir devekuşu! 

TÜSİAD konuşmasını da susmasını da sınıfsal tercihlerle belirliyor, demokratik kriterlerle değil. ’97 yılında ‘demokrasiderken sanayi sermayesinin teknolojik atılım yaptığı, AB ile bağlantıların arttığı, finansal liberalizasyonun hızlandığı dönemin ihtiyaçlarına uygun bir talepti.

Rantiyecisi, mafyası, Anadolu’da yükselen sermayesi sermaye içi çatışmanın ve emekçi sınıfların yaşadığı derin huzursuzluk ortasında bir hegemonya kavgasıydı o ‘demokratik’ çıkış da.

Sermaye birikimine yönelik ‘demokratik’ talepler günün sonunda emeğin üzerinde diktaya dönüşüyor. Emek üzerindeki ‘dikta’ da bir dönem sonra siyaseten ‘diktayı’ getiriyor.

Bugün yaşananlar Kemal Derviş programının paranın değerini Merkez Bankası tutsun, emeği de piyasalar (ve iktidar) bastırsın politikasının sonucu. ‘Demokratik’ adres gösterilen bütün bir Avrupa’nın faşizme kayışı da benzer piyasacılık süzgecinden geçti. 

Kamusal hizmetlerin piyasalaşmasından emeğin üzerindeki ‘nitelik’ baskısına kadar talepleri hiç de demokratik değil TÜSİAD’ın! Mutlak artı değer sömürüsüne dayalı model yerine ‘nitelikli emek’ üzerinden görece artı değer sömürüsüne (Çalışma saatini artırmadan daha çok artı değere el koymaya) dayalı bir öneri.

İki kötüden, ‘daha az kötüyü’ seçerek demokrasi aramak beyhude!

Piyasaların hiç tepki vermemesini nasıl okumak gerekir. 

7- TMSF ve DDK’ye verilen yetkiler TÜSİAD’ın çıkışını tetiklemiş midir?

Torba yasayla Cumhurbaşkanına bağlı Devlet Denetleme Kuruluna (DDK) ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) verilen sınırsız yetki sermaye için ‘risk’ diye okunuyor. DDK’ye verilen yetkiler halk için riskli; derneklerden sendikalara tüm örgütler risk altında.

Sermaye ‘önünün kesilmesini’ dert ediyor ama demokrasi aramıyor. TÜSİAD başkanı gözaltına alındı ama ‘piyasalar’ (döviz uçmadı, borsa çökmedi vs.) hiç tepki vermedi.

Yabancı teknoloji yatırımcıları Çin’i terk etmiyor. ABD Başkanı Trump’ın Verimlilik Bakanı Musk’ın otomobil fabrikaları Çin’de milyonlarca otomobil üretiyor. Bugün Türkiye’ye yabancı sermayenin gelmemesi hukuksuzluktan değil, KOBİ cenneti ülkede satın alınacak şirket olmamasından.

TMSF’ye verilen şirketlere kayyım yetkisine gelince...

Mallarına, banka hesaplarına el konulması, şirketlerine kayyım atanması riski, sermaye için en kutsal kabul ettiği mülkiyet hakkının çiğnenmesi anlamı taşır. O hamle gelirse piyasalar tepki verir, borsa allak bullak olur. Erdoğan böyle bir adım atmaz.

8- Süreç nereye gider?

İktidar TÜSİAD’ı projesine ikna etmeye çalışır, anayasa gibi yapım süreçlerinde de ihtiyaç duyduğu desteği alabilmek için patronların ayağına gider.  

TÜSİAD da büyük sermayeyi devletin karar alma, politika yapma, teşvik dağıtma gibi işleyişinde söz sahibi yapma gayretini sürdürür.

Taraflar arasında giderek artan gerilimli bir uzlaşı bugüne kadar olduğu gibi sürer.

Demokrasi arayanların kaderi kendi ellerindedir gerçeği bir kez daha kavileşir!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Ucuz yumurta kuyruğu ile polis barikatı arasında

Ucuz yumurta kuyruğu ile polis barikatı arasında

‘Ucuz et’, ‘ucuz ekmek’ten sonra şimdi de ucuz yumurta kuyruğu. Başkentin ortasında çekilen bu fotoğrafın bir yanı Saray iktidarının yoksullaştıran ekonomi politikalarının sonuçlarını özetliyor; diğer yanı da günlerdir yoksulluk, düşük ücret, işsizlik ve geleceksizliğe karşı duydukları öfke ve demokrasi talebiyle sokağa dökülen milyonların alındığı cendereyi!

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Erdoğan'ın koltuğuna talip olan İmamoğlu'na yapılan operasyona tepki için sokağa çıkanlara yönelik gözaltı ve tutuklamalar sürüyor.

Evrensel'i Takip Et