TÜSİAD’dan devam…

Cumhurbaşkanı Özal ve dönemin TÜSİAD Başkanı Cem Boyner 1991'de yeni yıl resepsiyonunda. Fotoğraf: AA
Oğlum, kızımın aksine deniz mahsullerini pek sevmiyor… Böyle zamanlarda sofraya bakıp şöyle diyor: Ben haydariden devam... O misal, bu hafta ben de TÜSİAD’dan devam... Yazılar belki zamansız bulunabilir ama asla yersiz değildir.
Geçen haftaki yazımda TÜSİAD’ın 1971’de kurulduğu, henüz 70’lerin sonlarına gelindiğinde de hükümet düşürme gücüne eriştiğini anlatmıştım, özellikle de Ecevit’e karşı vermiş olduğu gazete ilanları vasıtasıyla. Eriştiği gücün önemli bir göstergesi 80’lerde içine girilen sürecin öncülerinden biri olmasından da izlenebilir. Nitekim TÜSİAD’ın eski başkanlarından Ali Koçman bu durumu açıkça ifade etmektedir: “24 Ocak Kararlarının prensiplerini 24 Ocaktan çok önce savunan bir kuruluş olarak… kararların ekonomik hayatımızda yerleşmesini heyecanla takip ediyoruz”. İşçi sınıfının bu heyecanı paylaşmadığı açık olmakla birlikte, bu sürecin kolaylıkla gerçekleştiğini de düşünmemek gerekir. Özellikle işçi sınıfının mücadele gücünün son derece yüksek olduğu böylesi bir süreçte söz konusu kararlar ve onun arkasındaki prensiplerin hayata geçirilmesi ancak 12 Eylül darbesi ile mümkün olmuştur.
Cuntacıların olduğu kadar sivil siyasetçilerin de bu süreçte önemli bir yeri vardır. Turgut Özal, TÜSİAD’ın desteklediği 43. Hükümette Başbakanlık Müsteşarlığı yapmış ve bu süreçte Türkiye’de neoliberal dönemin miladı olarak kabul edilen 24 Ocak Kararlarının alınmasında başrolü oynamıştır. Özal, 12 Eylül Darbe Hükümetinde de Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak görev yapmıştır. İlginçtir ki bu görev için ona kefil olan TÜSİAD’ın kurucularından Vehbi Koç olacaktır. Koç, cunta lideri Kenan Evren’e yazdığı mektupta “Turgut Özal… bu nazik dönemde mevcudun içinde meselelerimizi en iyi bilen insandır ve dedikodulara bakmadan kendisini tutmakta fayda var” demektedir. Darbe sonrası Özal Hükümeti’nde ise başta Özal olmak üzere çok sayıda bakan ve kabine üyesi özel sektörden gelmiştir. Çoğu da TÜSİAD üyesidir. Özal kimliği, sermaye sınıfı içinde en üst noktada bulunan az sayıda sermayedar ve onların yönetimindeki TÜSİAD ile Hükümet arasındaki somut bağa işaret etmektedir. TÜSİAD’la neredeyse örgütün kuruluşundan itibaren ilişkili olan Özal bir dönem bizatihi TÜSİAD’ın üyesi de olmuştur. Yolun nasıl yüründüğü, nasıl yürüneceği hususlarında zaman zaman yaşanan gerilimlere rağmen TÜSİAD’ın Özal’la izlenecek yol konusunda mutabık olduğunu söyleyebiliriz.
Yolun nasıl yürüneceği derken geçen haftaki yazımda “belki de ilk kez TÜSİAD Başkanı’na soruşturma açılması” diye yazmıştım. Bu düzeyde olmasa da TÜSİAD ile hükümetlerin yaşadığı gerginliklere değinirken daha erken dönemler için Cem Boyner, AKP’nin ilk dönemleri için de Mustafa Koç’un adını da anmak gerekir. Ama hiçbirinin bugünkü gibi bir uygulamaya tabi olmadığını da ekleyerek.
Cem Boyner örneğin, 1989-91 arasında TÜSİAD Başkanlığı yaparken Özal yönetimine ciddi eleştiriler yöneltmiştir. Neticede birkaç kez savcılığa ifade veren Boyner’in Özal yönetimi ile gerginliğinin bugünle kıyaslanamayacağı babası Osman Boyner tarafından aktarılan diyalogdan da açıkça görülmektedir. Hürriyet Gazetesi aktarıyor:
“Osman Boyner, hemen ardından Cem Boyner’in TÜSİAD Başkanlığı ve istifası üzerine şu anekdotu anlattı:“Günü hatırlamıyorum; ‘Cem bırakıyor’ dediler, ben de ‘Bırakırsa bıraksın bana ne’ dedim. Gece saat 01.00 telefon çaldı, korktum. Telefondaki ses ‘Osman Bey bu saatte rahatsız ediyorum kusura bakma ben Turgut’ dedi. Sonra aramızda şu diyalog geçti:- Buyurun Turgut Bey (bizim eskiden bir hukukumuz vardı, başbakan da olsa böyle hitap ederdik)- Yahu oğlun bırakıyormuş TÜSİAD’ı, gazetelerde gördüm.- İyi ya Turgut Bey bıraksın, sizi de zaten çok üzüyormuş.- Yahu yok öyle değil, sakın bırakmasın. O bir şey söylüyor, ben de Ankara’da kabinedekilere bakın dışardan nasıl görünüyorsunuz diye çıkışıyorum.Sonra ekledi:- Ha ben kendim de söylediklerine bazen çok kızıyorum ama kızgınlığım 5-10 saniye sonra geçiyor. Bakıyorum adam doğru söylüyor, bırakmasın. Turgut Bey öyle başbakandı işte.”
Diğer hadise o dönem başbakan olan Erdoğan’ın, TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı ve TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç’un Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın’ın yargılamasına yönelik eleştirilerinin ardından yaptığı ‘… bu anayasa suçu, devreye girilmelidir’ açıklaması ve savcıların harekete geçmesidir. Bugüne benzer şekilde o gün de yetkililer eleştiriler hakkında inceleme başlatılmasının Başbakan Erdoğan’ın açıklamasıyla ilgisi bulunmadığını, tamamen tesadüf olduğunu söylüyorlardı. Açıklamalar daha sonra düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmiş ve soruşturmaya gerek olmadığına karar verilmiştir.
Açık ki bu örnekler bugün yaşanan sürecin yaşanma biçimi- polis eşliğinde ifadeye götürülme, savcılıktan mahkemeye sevk edilme, yurtdışı yasağı ve devam eden soruşturma- ve daha sonraki açıklamaların- örneğin Erdoğan’ın şu ifadeleri: “Eski Türkiye'yi özlüyor olabilirsiniz, ama yeni Türkiye'de haddinizi bileceksiniz…”- dozunda değil. Aradaki fark ise sadece bunlardan ibaret değil. İleriki yazılarda devam etmek umuduyla…
Evrensel'i Takip Et