Bir gün herkes ‘öteki’ olur…

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

Bu hafta İspanya’nın ilk Trans Senatörü Carla Antonelli’nin parlamentoda yaptığı konuşma Demir Leblebi çevirisiyle gündemimize düştü:

“Biz translar, herkes bizim hakkımızda konuşuyor. Herkes hakkımızda fikir sahibi. Trans mıyız, neyiz, orgazm oluyor muyuz? Mutlu muyuz? Ameliyat oluyor muyuz? Kendimizi sakatlıyor muyuz? Madem Tanrı’ya bu kadar inanıyorsunuz Tanrı aşkına bizi rahat bırakın! Vox üyeleri, bugün buraya arkadaşım Jimena ve beni aşağılamak için geldiniz. Gerçekten kendinizden utanmıyor musunuz? Bizler gibi tarih boyunca ezilmiş ve sonunda başlarını kaldırıp dünyadaki yerini bulmaya çalışan insanları yok etmeye, silmeye, toplumdan koparmaya çalışmaktan utanmıyor musunuz? Hayatlarımızı dayanılmaz hale getiriyorsunuz. Ve Bay Fuster, ben de bir çocuktum. Şimdi 65 yaşındayım. Ama siz sanki bir anda ortaya çıkmışız gibi davranıyorsunuz. Gerçek şu ki ebeveynlerin yapmasını istediğiniz her şeyi çoktan yaşadım. Hayatımı istediğim gibi yaşamam engellendi. Psikiyatrlara sürüklendim. Kendi ailem tarafından terk edildim. Şimdi babam ölüyor ama kimse beni cenazesi için bile aramıyor. İşte istediğiniz bu, yok olmamız, soyutlanmamız, marjinalleşmemiz. Ama şunu iyi bilin; hiçbir yere gitmiyoruz, yok olmayacağız!”

Hitap ettiği Vox, sağ popülist, milli muhafazakar ve Antiislamcı olarak tanımlanıyor. Yani “öteki” addedilenin karşısında hangi dinin ve ulus kimliğinin ardında bayrak açtıkları fark etmiyor, milliyetçi muhafazakar, sağ popülist olmak, toplumun bazı kesimlerini nefret objesine dönüştürmek için yeterli geliyor.

Antonelli, gözyaşları içinde bitirdiği konuşmasından sonra iki yanındaki erkek senatörler tarafından dostlukla, sevgiyle kucaklandı.

Dünyaca Ünlü Oyuncu Pedro Pascal konuşmayı “İspanya adına gurur” olarak paylaştı ve milyonlarca takipçisinden gelen LGBTİ+ karşıtı yanıtlara bir star olsa da yanıt vermeye ve iknaya uğraştı. Sessizlikle popülarite artışı yerine popülariteyi sessizliği kırmak için kullanmak yeğdir.

Aynı saatlerde bizde Medeni Kanun’daki düzenlemeye getirilmesi maddeler gündem oldu:

“Doğuştan gelen biyolojik cinsiyete ve genel ahlaka aykırı tutum ve davranışta bulunmayı alenen teşvik eden, öven veya özendiren kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Trans bireylerin ameliyat için gereken yaş sınırı 18’den 21’e çıkarılıyor, zorlaştırılıyor ve bu operasyonu yurt dışında gerçekleştirenler için de ceza yolu açılıyor.

Bu madde kapsamına girebilecek suçları tahmin edebilir misiniz?

Tüm LGBTİ+ dernekleri, Onur Yürüyüşü, diziler, filmler, romanlar, şarkılar... Hayatımızın içindeki birçok insan artık kanunla -mış gibi yaşamak zorunda bırakılacak. 

Sembolik törenler yasaklanacak. Dünyada eşcinsel evliliğine iznin yolu bu sembolik törenlerin kanıksanması, dini tören için 1960’lı yıllarda LGBTİ+’ların kendi kiliselerini kurması, Medeni Kanun’un evlilere tanıdığı hakları farklı formüllerle kendi hayatlarına uyarlaması (ortak hesaplar, ortak tapu, birbirini vasiyette mirasçı atama vs.) ile süreç içerisinde açılmıştı. Kanunlar bir nevi malumun ilamı vazifesi görür hale gelmişti.

Şimdi bu kanun önerisi ile korkunç bir karanlığa çekiliyoruz. 

Bir kesimin hakkını korumak için diğer kesime empati yaptırmak adına “Sizin de başınıza şu gelebilir” demeyi çok sığ buluyorum. Bir hakkı savunmak için illa ucunun savunana dokunması ön şartı yoktur. İnsan olmak yeterli ön şarttır.

Ancak mecbursak, insanların yaşam hakkına en büyük müdahaledir diye açalım konuyu. Bir yasa ile ön açıldığında, giydiğiniz yüzünden, ideolojiniz yüzünden, boşanma isteğiniz sebebiyle, evi terk ettiğiniz için, evlilik dışı ilişki yaşadığınızda artık hapse girebileceğiniz zifiri karanlık içindesinizdir. Hatta Mahsa Amini için döktüğünüz gözyaşları artık yakın bir tarihte sizin için de akabilecektir. Öyle bir karanlık.

Bu, yaşam hakkına ve aşka açılmış bir savaş.

Sevgisizlik tohumları yaymaktan öte, nefret bombaları bırakmak toplumun üzerine.

Kanunla kolektif bir yalanı dayatmak, milyonlarca insanı kendi gibi olmadan ve saklı bir yaşam sürmeye zorlamak.

Bu ülkede savaş, beka, ekonomi konuşmaktan aşka sıra gelmedi, kendin gibi olabilme hakkına da. Oysa sağcı, muhafazakar, popülist, otoriter iktidarların en zayıf karnıydı aşk. Bilmedikleri yerdi.

Geçen pazar, Kadıköy Belediyesinin etkinliğinde Aysel Gürel anmıştık. Çılgınlığı özgürlük adına bir enstrüman gibi kullanan, adına tezler yazılan, yazdığı satırlar ile bize aşkın dokunulmazlığını anlatan, yaşadığı hayat ile önümüzdeki dikenli sarmaşıkları yolup, tabuları devirip bize yürüyebileceğimiz çiçekli yol açan Aysel’i, herkesin bir Aysel’i vardı içinde. Herkes bir anısını anlatmak istedi, “Burada anlatılamaz şimdi” cümlesi sahnede çok sık duyuldu. Aysel’in konuştuğunu, yaşadığını biz artık onu anarken bile dile getiremez olmuştuk. Oysa Aysel diyordu ki “Korku insanı cüceleştirir.”

Korku yayıldıkça ufaldık, aşkı lüks eyledikçe eksildik, sevgiye saygı ortadan kalkana kadar nefrete boğdular bizi.

Bu hafta İstanbul Modern’deki bir sergide Kutluğ Ataman’ın bir eseri vardı: "Peruk Takan Kadınlar"

1999 tarihli bu projede, peruk takan 4 kadın var. Açıklamasında şu yazıyor: "1990’ların Türkiye’sinde bastırılmış kimliklerini gizlemek ve dönüştürmek için bir araç olarak peruğu kullanan dört farklı kadın..."

Biri 1970’lerde siyasi faaliyetleri yüzünden kaçak yaşamak zorunda kaldığından senelerce kılık değiştirerek yaşayan Mine Ulagay, biri kemoterapi yüzünden dökülen saçlarını gizlemek, zayıfladığı düşünülen kadınsal görüntüsünü kazanmak için peruk takan Gazeteci Nevval Sevindi, bir diğeri ‘90’larda Beyoğlu’daki trans yasağı sırasında polis tarafından yakalanıp saçları kazınan transseksüel ve travesti topluluğu aktivisti Demet Demir ve sonuncusu da kimliğini gizli tutan, üniversitede başörtüsü yasağı zamanı saçları görünmesin diye peruk takan bir kadın.

Bence bu tek bir proje bile aslında özgürlüğe sıkılan bir kurşunun nasıl da hepimizi birden vurduğunu anlatıyor.

Özgürlüğü neresinden nasıl savunacağımıza dair sayısız tartışma yaşandı. Paradoksun ta kendisi. Özgürlüğü savunmakta bari özgür olabilseydik.

Geçmişi anarken “Bu ülke hiçbir zaman gül bahçesi vadetmedi ama bir zamanlar sanki bu kadar da zifiri değildi” diyoruz. Ülke bu kadar zifiri olmadığı için mi Aysel’imiz vardı yoksa Aysel ve onun gibiler var diye mi bu kadar zifirileşmedi sorusunu bırakıyorum buraya.

Kendi yaşamlarımızı sonuna kadar dayatsaydık, mesela fotoğraflardan kadehler saklanmasaydı, sokaklarda öpüşmeyi biz dahi yakışıksız bir şey gibi görmeseydik, deniz kenarındaki fotoğraflarımızı estetik ve toplumsal kaygıdan uzak, doğallığında paylaşmaktan geri durmasaydık, sendikacısından işçi önderine, vekilinden belediye başkanına, öğretmeninden velisine, apartman yöneticisinden danışma görevlisine, hepimiz sanki mevcut seçmene mevcut iktidar zihniyetinde hitap eder gibi, çizilen makbul vatandaş sınırlarında bir resim vermeye çalışmasaydık, çılgınlığı bir enstrüman gibi kullanabilseydik ve Aysel gibi mizahla boyanmış aslı bir tokat gibi cümlelerimizi ortalığa salmaya devam etseydik, alanımız bu kadar daralmayacaktı ve bunca hayatsız kalmayacaktık.

Şu satırları yazmıştı Erdal Eren için Aysel Gürel:

Bir söz bitişi gibi
Son buldu sevişler
Bir yaz güneşi gibi eritir hep
Bu terkedilişler

Bir an duruşu gibi
Ömrün gidişi gibi
Veda ederken aşk ateşi gibi
Söner iç çekişler

Aman aman, yandım aman
Kurşun gibi izler

Aramızdan ayrılışından bu yana Erdal Eren’in yaşı kadar zaman geçmiş.

Ve biz ömürlerce eksilmişiz şu hayattan, tahayyülümüz el kadar kalmış.

Oysa bize meğer bir manifesto bırakmış. Her aynaya baktığımızda kendimiz için söyleyebilsek kudretimiz başka olacakmış.

Onun manifesto niteliğindeki sözleri ile bitsin yazı.

7 Mart Kadın Grevi’nde milyonlarca Aysel nüvesini alanlarda görmek dileğiyle:

“Ben birey değilim. Ben kalabalık bir nesneyim. Ben tek başıma radyoyum, televizyonum, konserim, orkestrayım, her şeyim. Türkiye’nin ilk anarşist kızıyım ben. İlk çiçek kızıyım. İlk hippisiyim. Ben Amazon kadınıyım. Türkiye’de kadının bilinçaltıyım.”

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Tüm gruplar silah bıraksın, PKK kendini feshetsin’

‘Tüm gruplar silah bıraksın, PKK kendini feshetsin’

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, bir süredir beklenen mesajı, DEM Parti İmralı heyeti aracılığıyla duyuruldu. Öcalan, “Tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” çağrısı yaptı. Açıklamada Suriye’deki Kürtlerin siyasi ve askeri durumuyla ilgili bir ifade yer almadı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
1 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et