Suç ve suçlu üretme mekanizmasında bugün: ‘HDK operasyonu’
18 Şubat'ta sabaha karşı yapılan operasyonlarla 50 kişi gözaltına alındı. Gözaltındakilerin 30’u tutuklandı, bir kısmı ev hapsine, bir kısmı adli kontrol cezasına çarptırıldı. Gözaltına alınanların bir kısmı diğer apartman sakinlerini uyandıracak kadar gürültüyle yapılmış; mağdurlar, terör örgütü mensubu oldukları ajitasyonuyla en başta konu komşunun gözünde ‘tehlikeli’ ilan edilivermişti. Bu gözaltılar ‘Terör örgütünün taban yapılanması HDK operasyonu’ olarak tanıtıldı. İçlerinde siyasetçiler, sanatçılar, gazeteciler ve değişik meslek gruplarından kişilerin bulunduğu operasyonun kapsamının genişletileceği, 1640 kişilik bir listenin dolaşımda olduğu alttan alta yayıldı.
Yasal olarak kurulmuş, yıllardır faaliyette olan HDK’den bir katalog suç icat edilmesi, listede adını geçirmek suretiyle bir dizi insanın ve ailelerinin peşinen huzursuz edilmesi mevcut siyasal koşullarda olağanüstü gelmiyor. Çünkü 28 Şubat’ın rövanşının alınmaya çalışıldığı Ergenekon tutuklamaları, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yapılan FETÖ operasyonları dalga dalga seyretmiş; Demokles’in Kılıcı ‘Şüyuu hakikatten beter’ etkisi yaratarak bir sürü başın üzerinde sallandırılmış ve bu toplumsal hizalamanın şartı olarak görülmüştü.
Şimdi gözaltına alınanlar da yıllar önce bir toplantıya katılmış olmaktan, çok eski telefon görüşmelerinden vb. suçlanıyor. Tutuklananların bir kısmından, polis ifadesi yeterli görüldüğü için savcılık ifade almaya gerek bile duymamış. En önemlisi tutuklananlar arasında HDK’li olmayanlar çok. Ama yolu bir şekilde HDK ile kesişenlerin olağan suçlu kategorisine dahil edileceğinin ilanı bu operasyon.
O halde devletin ve kimi basının, adını ‘HDK operasyonu’ koyduğu gözaltı silsilesi HDK’nin de dahil olduğu emek ve demokrasi güçlerini yıldırmaktan başka bir niyet taşımıyor. Böyle bir şemsiye altına, hak direnişlerinde, protesto gösterilerinde, eylemlerde göze batan, öne çıkan herkes toplanabilir. Çünkü iktidarın muhalefetle ciddi bir derdi var.
Gözaltılar yaşanırken Antep Başpınar işçilerinin örgütlendiği BİRTEK-SEN’in Genel Başkanı Mehmet Türkmen de tutuklanmıştı. Kayyum dalgaları devam etmekteydi. CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak öne çıkan ve anketlere göre Erdoğan’dan daha fazla ilgi toplamaya başlayan İBB Başkanı İmamoğlu hakkında adli soruşturmalar açılmış, üstüne 30 yıl önce Kıbrıs’taki üniversiteden İÜ’ye geçişinin hukuki olmadığı gerekçesiyle diploması tartışmaya açılmıştı. Hem de mevcut cumhurbaşkanının görevinin gerektirdiği yataylı-yataysız hiçbir üniversite diplomasının olmaması iddiasının sık sık gündeme getirilmesine rağmen!
Bütün bunlar olurken iktidar Öcalan’ın, örgütüne silah bırakma çağrısını beklemekteydi. Bu çağrı önceki gün gerçekleşti ve Öcalan PKK’nin feshedilmesi gerektiğini söyledi. Ne var ki bu durum bile her fırsatta yargının bağımsız olduğunu söylediği halde yargıyı uzunlu kısalı sopa olarak kullanan siyasi pratiği etkilemedi. Zaten bir şeye ikna etmek için bütün aşırı uğraşılar iddianın boş olduğu yerde gösterilir.
Bu gelişmelerin toplamından çıkan sonuç; baskıyla tutuklamalarla satın alınan nihai bir suskunluk ve boyun eğdirme sayesinde toplumun tartışma kanallarının kapatılarak oldubittiye getirilecek olan Anayasa’nın herhangi bir sözleşme mekanizmasından geçirilmeden çıkarılması olacak. Öte yandan iktidarın yıllardır inşa ettiği tek adam rejiminin çabuk dağılan temeli erken ya da normal bir seçimi eskisi gibi taşıyacak görünmüyor. Yoksulluk sınırının altında giderek daha çok biriken nüfusun geneli, eriyen ara sınıflar ve hatta TÜSİAD farklı farklı nedenlerle Şimşek ile başlatılan ekonomik programdan şikayetçi durumda. Oligarşik iktidar için sükuneti sağlamanın tek yolu ağzını açanı, klavyeye basanı içeri tıkmak oluyor.
Arka arkaya yaşanan birçok askeri darbe deneyimi ve girişimlerinin getirisi toplumsal ilişkilerin yeniden düzenlenmesi olmuştu. Öngörülen hizalanmayı pekiştirecek anayasaların hazırlandığı, kanunların yapıldığı bu süreçler AKP rejiminde yerini günlük kararnamelere, yasanın yeniden yapılandırılmasına bıraktı. Nihayet buna da gerek duyulmuyor. Yasa fiilin arkasından geliyor ya da fiile suç uyduruluyor. Süleyman Soylu’nun bir zamanlar dediği gibi ‘Bina yıkıldıktan sonra yasası gelir’! Yani önce tutukla, iddianame ve ifade arkadan gelir.
İç politikada geçerli kılınan bu hüküm yurttaşların haklarını, yasal avantajlarını, Ceza ve Medeni Kanunu çoktan ardiyeye kaldırmışken dış politikada da ürünlerini verdi. Türkiye Suriye iç savaşı sırasında yerleştiği ülkenin kuzey batısına plaka numarası vermek, oradan daha ilerilere gidebilmek için gün sayanlarla doldu.
İcra et istim arkadan gelsin mantığı dünyada da bir yönelim haline gelmiş durumda. Kanunu, yerleşik değerleri, kazanılmış hakların mukaddesatını tanımadan bildiğini okuyan liderler ve iktidar partileri çoğaldılar. HDK’yi bir suç örgütü olarak kodlayan, HDK’li olmayanları da HDK’lileştirerek kesin veya potansiyel suçlu ilan eden akıl ve akım dünyanın ve memleketin gidişatından beslendi. Halktan her seferinde bir ‘sarı öküz’ vermesini bekleyen siyasi iktidar giderek refleksinden korktuğu kitleyi zapturapt altına almak için durmadan suç ilan ediyor. Suç çeşitleri bugün en küçük itirazı da kapsayarak çoğalıyor.
Fakat öfke ve tepkinin cezalandırılarak ortadan kaldırılamadığı da her gün kanıtlanıyor. Başpınar işçileri sendikacılarının tutuklanmasına rağmen susmadılar ve valiliğe geri adım attırabildiler. Hakkını, ücretini, hayatını ve yaşam alanlarını savunanlar sessiz kalmayı reddediyor. Yerinden yurdundan edilen, cebi boşaltılan, geleceği çalınan, borç altında ezilen, evi barkı dağılan ama bunun karşısında iktidar partisinin kolladığı yandaşların ve tekellerin şiştikçe şiştiğini gören halkın güvensizliği ve güvencesizliği işte o rejim temeline küçük küçük travmalar gönderiyor. Emek ve demokrasi mücadelesi uydurulan suçlara sığmıyor.
Evrensel'i Takip Et