Dost acı söyler

Fotoğraf: MA
Yanlış bir anlamaya olanak tanımamak için baştan söyleyelim. Öcalan’ın silah bırakma çağrısına karşı değiliz. Üstelik bu çağrıyı destekleriz.
Daha genelleştirelim: Sadece bugün değil, dün de Kürtlerin, sadece Kürtlerin de değil bütün ezilen ulusların kendi kaderlerini özgürce tayin etmelerine kayıtsız, koşulsuz saygı gösterilmesini zorunlu saydık ve böyle davrandık. Yarın da bu davranışımız sürecek. Bu, ilkesel bir sorun ve sorumluluk.
Hüseyin İnan’ın kaleme aldığı “Türkiye Devriminin Yolu” ve Deniz Gezmiş’in idam sehpasındaki son sözlerden biri olan “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi” haykırışının en azından birkaç yıl öncesinden beri, bu, bizim temel bir yaklaşım ve tutumumuz. Çünkü işçi sınıfıyla ezilen ulusların birliği, uluslararası proleter devriminin ve onun bir parçası olarak gençlerimizin yaşayarak tanıklık edecekleri Türkiye proleter devriminin olmazsa olmazı.
Bu nedenle sloganımız, “Yaşasın işçi sınıfı ve ezilen ulusların birliği ve mücadelesi”dir!
*
Öcalan’ın çağrısında açık bir mücadele çağrısı yok. Politik bir tutumu ortaya koyuyor olsa da biz, çağrıyı diplomatik bir açıklama olarak anlıyoruz. Olmaz mı? Şüphesiz olabilir. Sınıf mücadelesinde diplomasiye yer vardır.
Çağrı, öncesinde çok şeyin kotarıldığı anlaşılan Bahçeli’nin çağrısının ardından ve ona yanıt olarak geldi. Ve Bahçeli’nin, en uygun kişi olarak, baştan beri söyleyegeldiğimiz gibi, Erdoğan’la birlikte kararlaştırdıkları devletin tutumunun sözcülüğünü üstlenerek yaptığı “Öcalan gelsin…” çağrısı, “devletin teröristlerle pazarlık yapmayacağı”, “Öcalan’ın örgütünün silah bırakarak kendisini feshetmesini istemesi”, “teröristlerin gelip devlete teslim olması ve haklarında verilecek kararı beklemeleri” içerikliydi.
Buradan başlanmıştı ve eğer istenirse buradan sürdürülecekti. Bahçeli’nin çağrısı Kürt sorununun çözümü yönünde ilerlemenin bir dayanağı ve yolu olarak değerlendirilemez miydi? Öcalan değerlendirilebileceğini düşündü. Buna karşı çıkılamaz ve yanlış denemez. Her şey bir yana, denenmesine sosyalizm adına itiraz edilemez! Kürtler kendi kaderlerini istedikleri gibi tayin etme hakkına sahip oldukları gibi, kendilerine uygun bir mücadele biçimini belirleme hakkına da sahiptir.
Bir diğer gerçek, eğer Kürt sorununun çözümü yönünde ilerlenecek ve bu doğrultuda gerekli olan her neyse, görüşme, pazarlık ya da uzlaşma yapılacaksa, bunların iktidar koltuğunda oturanlarla yapılacağı ve bunun zorunlu olduğunun yadsınamayacağıdır. Temel yöntem olmaya yüceltilmedikçe, tabii ki uzlaşılacaktır da. İşçi hareketinin yeterince güçlü olmadığı koşullarda sosyalistlerin “Hayır onlarla değil, işçi sınıfı ile görüş, anlaş” talebini ileri sürmeleri anlaşılır şey olamaz!
Bunlar hep doğru. Gelelim dostun acı sözlerine. Dikkate alıp almayacaklarını kuşkusuz Kürtlerin kendilerinin kararlaştıracakları dostça uyarılara.
Öcalan örgütünün silah bırakarak kendisini feshetmesini teorik olarak “sosyalizmin geçersizleşmesiyle” gerekçelendiriyor ki buna katılmıyor ama konumuz açısından önemli saymıyoruz.
Çağrı ve ardından gelen açıklamalarda geliştirilmesine itiraz edilemeyecek diplomatik tutumun politikleşmesi ya da kararlaştırıcı olan politik yaklaşım ve tutumunun üzerine abanıp onu ağırlığıyla ezerek baskın hale gelebileceği yönünde güçlü denecek belirtiler var.
Çağrı metninde bundan sonrasına dair bir mücadele çağrısı olmadığı gibi, “demokratik uzlaşma temel yöntem” sayılıyor, “devletle bütünleşme” öngörülüyor. Diplomasi ihtiyacının karşılanmasının mücadele çağrısı eksikliğiyle “uzlaşma” ve “bütünleşme” vurgusuna kadar vardırılması ve bunların günümüzün burjuva muhalefetine kadar yönelmiş tehdit, tutuklamalar ve kayyımları koşullarında ileri sürülmesinin Kürt halk kitlelerinde umut kırıklığı yaratacağının öngörülmesi gerekirdi. Nitekim hem Diyarbakır hem de Van’da alana toplananlar hızla ve can sıkıntısıyla alanı boşalttı. Hiç değilse “demokratik siyaset kanallarının kapalı” oluşuna “kayyımlar gibi…” eki yapılabilirdi. Oysa tersine, binlercesinin yanında Sinan Ateş’in dahi kanı dökülmekten kaçınılmamışken, mücadele ihtiyacından söz edenlerce bile, çağrı sonrası Bahçeli’ye yollanan “teşekkür” mesajlarıysa tuzu biberi olmuştur!
Evrensel'i Takip Et