Yeni süreçte Rojava belirsizliği

Fotoğraf: Dilan Temiz/ Evrensel
Öcalan’ın PKK’ye “Kongre toplama ve kendini feshetme” çağrısını yapması, Kürt sorununun barışçıl yoldan çözümüne dair bir beklenti yarattı. İktidar bloku adına yeni sürecin sözcülüğüne soyunan MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, Öcalan’ın çağrısı sonrasında HDP’nin Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yanı sıra İmralı’ya giden Dem Parti heyeti içinde yer alan Ahmet Türk, Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’i telefonla arayarak bu sürecin arkasında olduğunu söylemesi de bu konudaki beklentiyi arttırıyor. Buna karşın Türkiye’deki iktidar ve medyasının, Öcalan’ın PKK’ye yaptığı çağrının SDG-PYD-YPG’yi de kapsadığı ya da kapsaması gerektiği konusundaki ısrarı ise; bu sürecin de Rojava’daki gelişmeler nedeniyle bozulacağı yönlü kaygıları yeniden canlandırıyor. Bilindiği gibi 2013-15 yılları arasındaki ‘çözüm süreci’nde de IŞİD’in Rojava’daki özerk yönetime karşı saldırı ve kuşatmasının yenilgiye uğratılması, bu sürecin sona erdirilmesinde belirleyici bir rol oynamıştı.
Öncelikle Öcalan’ın çağrısı sonrasında PKK’nin ‘ateşkes’ ilan etmesine rağmen geçtiğimiz günlerde Duhok kırsalında TSK ile PKK arasında çatışma yaşanması, silahların karşılıklı olarak susmadığı ve demokratik-barışçıl çözüm için gerekli mekanizmaların oluşturulmadığı koşullarda bu sürecin ne kadar kırılgan bir zemin üzerinde durduğunu gösteriyor.
Öte yandan Erdoğan iktidarı cephesinden yapılan açıklamalarda Öcalan’ın çağrısının Rojava’daki özerk yönetim ve askeri gücü (SDG) kapsadığı üzerinde ısrarla duruluyor ve bu durum yeni süreci, Rojava üzerinden belirsizliğe sürüklüyor. İktidarın medyadaki sözcülerinden Abdülkadir Selvi, “Öcalan’ın çağrısı PKK’yeydi, doğrudan bizim bölgemiz için değildi” diyen SDG Komutanı Mazlum Abdi’yi “İsrail’in çocuğu” ilan ediyor.
Erdoğan iktidarının Rojava ısrarının nedenlerine geçmeden önce şu noktayı açıklığa kavuşturmak gerekiyor: Öcalan’ı ‘önder’ olarak gören KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği) sistemi içinde Kürt coğrafyasının dört parçasında faaliyet yürüten partiler-örgütler bulunuyor. Türkiye’de PKK, Suriye’de PYD (Demokratik Birlik Partisi), İran’da PJAK (Kürdistan Özgür Yaşam Partisi) ve Irak’ta PÇDK (Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi) bu sistem yapılanması içinde yer alıyor. PYD’nin askeri gücü olan YPG (Halk Savunma Birlikleri) SDG’nin omurgasını da oluşturuyor.
Peki, KCK sistemi içinde PJAK ve PÇDK de yer aldığı halde Öcalan’ın PKK’ye çağrısı neden özellikle PYD-YPG (SDG) üzerinden tartışılıyor?
Bu sorunun yanıtını süreci az buçuk takip eden herkes biliyor. Suriye savaşı sürecinde Kürtler, Rojava’da PYD öncülüğünde özerk bir yönetim kurdular ve bu yönetimin askeri kolu olarak SDG’yi oluşturdular. Özellikle ABD emperyalizminin IŞİD ile mücadele stratejisi kapsamında kendi çıkarları için Kürtlerle iş birliğine yönelmesi, Türkiye’nin bugüne kadar buraya müdahale girişimlerini büyük oranda sınırladı. Bu durum Türkiye’deki iktidarın hem Kürt sorunundaki mevcut hak tanımaz ve şiddete dayalı politikayı sürdürebilmesini ve hem de kendi kontrolünde bir “çözüm”ü dayatmasını fazlasıyla zorlaştırıyor. O yüzden Erdoğan iktidarı bütün hesabını Rojava’daki Kürt özerk yönetimi ve askeri gücünün dağıtılması, olmazsa en etkisiz pozisyona getirilmesi üzerine yapıyor. Bu temelde Öcalan’ın çağrısıyla başlayan süreci, bölgede İsrail ve İran’a karşı rekabette yayılmacı emellerin bir dayanağı haline getirmek; ülkede ise, anayasa değişikliğinin ve Erdoğan’ın başkanlığını sürdürmenin fırsatına dönüştürmek istiyor.
Kendi Kürt sorununu ulusal hak eşitliği temelinde demokratik-barışçıl yöntemlerle çözmüş bir Türkiye için Suriye Kürtlerinin yeni Suriye’de siyasi-askeri bir statü sahibi olması bir tehdit oluşturmayacağı gibi ABD-İsrail-İran gibi güçlerin bu sorunu kendisine karşı kullanabilmesi de olanaklı olmayacaktır. Dolayısıyla yeni sürecin ve ülkedeki halkların barış içinde bir arada yaşamasının önündeki asıl tehdit Suriye Kürtleri değil, Erdoğan iktidarının bölgedeki yayılmacı emelleri ve ülkedeki antidemokratik baskı rejimidir.
Mazlum Abdi’ye “İsrail çocuğu” diyen Selvi, acaba İsrail’in 1950’li yılların ortalarından bu yana düşman belleyip ortadan kaldırmaya çalıştığı Suriye-Baas rejiminin yıkılmasında belirleyici bir rol oynamakla övünen Erdoğan iktidarına hangi ismi-sıfatı takıyor?
Burada şunu da eklemek gerekiyor: Suriye’de yeni yönetimin başına geçen HTŞ ve önceli el Nusra ile seküler-demokratik bir çizgideki Suriye Kürtleri arasında 2012’den bu yana defalarca çatışmalar yaşanmışken Suriye Kürtlerine siyaseten örgütsüz ve askeri olarak savunmasız olmayı dayatmak, Suriye’yi yeniden çatışmalara sürükleme riskini de ciddi biçimde arttırıyor.
Bugün Erdoğan iktidarının yeni süreci Rojava üzerinden belirsizliğe sürüklemesi karşısında ülkedeki emek, barış ve demokrasi güçlerinin alacağı tutum büyük önem taşıyor. Çünkü iktidarın bu süreci kendi çıkarları temelinde araçsallaştırmasının önüne geçilebilmesi ancak ülkede demokrasi ve bölgede barış için halk güçlerinin en geniş mücadele birliğinin sağlanmasıyla mümkündür.
Evrensel'i Takip Et