HTŞ Suriye’yi parçalanmaya sürüklüyor

Fotoğraf: İzettin Kasım/AA

Suriye’de Arap Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Lazkiye, Tartus ve Humus kentlerinde yerel milis güçler ile HTŞ yönetimi arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Bu yazı yazılırken yerel kaynaklara göre, çatışmalarda ölenlerin sayısı yüzü aşıyordu. Çatışmanın yaşandığı kentlerde sokağa çıkma yasağı ilan eden HTŞ yönetimi, bölgeye askeri sevkiyat yapıyor. Birçok medya organında “Esad yanlısı güçler” ile Suriye yönetimi arasında yaşanan çatışmalar biçiminde servis edilen olayların arka planında HTŞ’nin yönetimi ele geçirdikten sonra verdiği sözleri yerine getirmemesi ve “Esad rejiminin artıklarını temizleme” adı altında bölge halkı üzerindeki baskı ve saldırılarının artması yer alıyor. Ülkenin batısındaki kentlerde HTŞ yönetimi ile Arap Aleviler arasında yaşanan çatışmalar, güneydeki Dürziler ve kuzeydoğusundaki Kürtler ile birlikte Suriye’deki bölünme tablosunu da belirginleştiriyor. Bugüne kadar halkların demokratik talep ve beklentilerine yanıt vermek yerine sadece kendi iktidarını güçlendirmekle uğraşan HTŞ, Suriye’yi çatışmalara ve bölünmeye sürüklüyor.

Ülkede yaşayan farklı halklarla; etnik-dinsel-mezhepsel topluluklarla anlaşmazlık, gerilim ve çatışmalar sadece HTŞ’nin ülkeyi yönetme kapasitesinin sınırlarını göstermiyor, aynı zamanda HTŞ üzerinden rejim değişikliğini gerçekleştirenlerin ülkeyi nereye sürüklediklerini de gözler önüne seriyor.

Tartışmaya “Esad yanlısı güçler” tanımlamasından başlamak gerekiyor çünkü bu tanımlama cihatçı geçmişi zaten bilinen HTŞ yönetiminin buradaki Alevi halka karşı olası saldırı ve katliamlarına meşruiyet kazandırmayı amaçlıyor. Kuşkusuz Lazkiye, Tartus ve Humus’ta HTŞ yönetimi ile çatışan güçler arasında Esad-Baas rejimi döneminin askerleri ve Esad yanlıları da bulunuyor. Dahası Türkiye’deki Erdoğan iktidarı ile Körfez’deki Arap rejimlerin, HTŞ gibi cihatçı grupları destekleyerek Suriye’yi mezhepsel görünüm kazanan bir savaşa sürüklemeleri, geçmişte sadece Arap Alevilerin değil Dürzi, Süryani, Êzidî, Kürt vs. halkların-azınlıkların da din adına kendilerine saldırıp katliamlar yapan bu çetelere karşı Esad rejiminin yanında yer almasına ya da en azından karşısında yer almamasına yol açmıştı. Dolayısıyla bugün Kürtler ve Dürzilerin HTŞ yönetimi ile yaşadıkları anlaşmazlık nasıl ulusal-etnik-dinsel kimliklerinin ve kendilerini yönetme haklarının tanınmamasından kaynaklanıyorsa Arap Aleviler için de durum farklı değildir. Başka bir deyişle eski rejim askerleri ile yanlılarının son saldırılarda başı çekmesi, sorunun kaynağını değiştirmiyor.

Peki, yeni dönemde Suriye’deki halkların, etnik-dinsel toplulukların bir arada yaşaması ancak demokratik-seküler bir yönetimle mümkünken ABD ve Batılı emperyalistler neden cihatçı geçmişi bilinen ve ülkeyi bu temelde yönetme kapasitesi oldukça sınırlı olan HTŞ’yi destekleyici bir tutum takındılar?

Bu sorunun yanıtı bakımından şu noktalara dikkat çekmek gerekiyor:

Birinci olarak HTŞ, Suriye’de yönetimi alır almaz Şam Ticaret Odası ile yaptığı toplantıda serbest piyasa ekonomisine bağlı kalma sözünü verdi -ki, Büyük Ortadoğu Projesinden (BOP) bu yana ABD emperyalizminin Suriye’de istediği dönüşüm buydu.

İkinci olarak; 1950’li yılların sonlarından bu yana Suriye rejimini ‘düşman’ olarak gören İsrail, bu rejim değişikliğinin en büyük kazananı olarak öne çıktı. Yetmedi İsrail, rejim değişikliğinin gerçekleşmesinin hemen ardından eski rejimden kalan bütün askeri altyapıyı ve tesisleri yerle bir etme fırsatını da kaçırmadı. Buna rağmen HTŞ yönetimi, İsrail’i değil; İran’ı ‘tehdit’ olarak göstererek ABD emperyalizminin bölge stratejisine (İran’ı kuşatma ve arkasındaki Rus-Çin emperyalistleriyle mücadelede kendi konumunu güçlendirme) bağlı kalacağı mesajını verdi.

Ancak bunlardan daha önemlisi dünyanın en önemli enerji kaynaklarının ve geçiş yollarının bulunduğu bölgeyi yönetme konusunda Batılı emperyalistlerin elinde yüz yıldan fazla bir zamandır iyi işleyen bir politika vardı: Böl ve yönet!  HTŞ yönetiminin Suriye’deki etnik-dinsel fay hattı üzerine kurulması, Batılı emperyalistler ve İsrail’in bu yönetimi kontrol altında tutmasına hizmet ediyor.

ABD emperyalizmi nasıl Suriye Kürtleri ile iş birliğini “IŞİD ile mücadele stratejisi” kapsamında bölgesel güç ve pozisyonunu korumak amacıyla sürdürüyorsa bugün İsrail Başbakanı Netanyahu’nun da “Dürzileri ve Kürtleri destekleme” açıklamasının arka planında bir yanda HTŞ’yi kontrol altında tutma ve öte yandan da bu desteği İran ile Türkiye’deki Erdoğan iktidarı gibi bölgesel güçlerle egemenlik mücadelesinde kullanma amacı bulunuyor.

Öte yandan ABD ve İsrail’in bölge stratejisiyle uyum içinde Suriye’ye müdahalenin öncülüğüne soyunup HTŞ’yi destekleyen Erdoğan’ın bugün “Siyonistlerin bölgemizde yeni ameliyatlar yapmasına müsaade etmeyeceğiz” demesinin de bir geçerliliği bulunmuyor. Çünkü bölgede ABD-İsrail karşıtı eksenin en önemli halkalarından birinin düşmesinde belirleyici bir rol oynayarak İsrail’e bu kadar geniş bir hareket alanının açılmasını sağlayan bizzat Erdoğan iktidarıydı. 

Bu noktada Dışişleri Bakanı Fidan’ın, “İran’ı Suriye’de istikrarsızlık yaratacak adımlardan kaçınması” konusunda uyarması sonrasında iki ülke arasında artan diplomatik gerilemeye de değinmek gerekiyor. İran, Fidan’ın uyarısına “Suriye’de istikrarsızlık yaratma konusunda İsrail’in yaptıklarına odaklanma” tavsiyesiyle yanıt veriyor. Açıktır ki, emperyalistler ve bölge gericilikleri arasındaki rekabete dayanan bir politik arenada diğer aktörler gibi en önemli müttefiklerinden birini kaybeden İran’ın da olup bitene seyirci kalması beklenemez. Başka bir deyişle emperyalistler ve bölge gericilikleri arasındaki egemenlik/paylaşım mücadelesinde her güç, bölgesel dengeleri lehine çevirecek hamleler peşinde koşuyor. Bu bakımdan 13 yıl boyunca Suriye’ye müdahalenin öncülüğünü yapan Türkiye’nin Dışişleri Bakanının İran’a uyarısı, ancak iki ülke arasındaki gerilimin ve bölgesel rekabetin artacağını haber vermesi bakımından anlam taşıyor.

Sonuç olarak, Suriye’nin sahil kesimindeki Aleviler ile HTŞ yönetimi arasında yaşanan şiddetli çatışmalar bugüne kadar HTŞ güzellemesi yapan Erdoğan iktidarı yanlısı ya da kimi liberal yazarların çizdiğinden farklı bir Suriye tablosuyla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyuyor. Bugün HTŞ yönetimi, bölgedeki etnik-dinsel-mezhepsel gerilim ve çatışmaları sömürü ve yağmanın dayanağı olarak kullanan ve bu amaçla kendisini yönetime getiren emperyalistlerin ve bölge gericiliklerinin bir ‘aleti’ olmanın ötesine gitmiyor ve bu nedenle Suriye’yi yeni gerilim ve çatışmalara sürükleyen politikaları uygulamaktan da geri durmuyor. Suriye’de fiili bir bölünmeye yol açan bu politika karşısında sadece Kürtlerin, Dürzilerin ve Arap Alevilerin değil; Sünni Arap çoğunluktan yoksul-emekçi halkın da barış içinde ve güvenli bir şekilde birlikte yaşayacakları bir geleceği kurabilmeleri ancak demokratik-seküler bir eksende ortak mücadeleyi ve aralarındaki dayanışmayı büyütmelerinden geçiyor.

Evrensel'i Takip Et