Kadın yanar kadın donar...

Fotoğraf: Evrensel
İnsan türlü türlü terler; normal terlemeye ekrin ter denir. Vücudun soğutma mekanizması bir nevi.
Bir diğeri apokrin ter; stres, kaygı ve tehdit karşısında terler insan. Dışarıda hava kaç derece olursa olsun.
Bu teri kadınlar iyi bilir.
Eve geç kaldın ve sokak tenhalaştı. Yağmur bastırdı, sert de bir rüzgar var.
Ardında bir adım sesi duyarsın, geriye dönüp baksan dönüşü olmayabilir, hızlansan ses de hızlanabilir, hızlanmazsan sonun olabilir. Hissettiğin ayaz biter, bir ince ter damlası süzülür atletinin içinden.
İçine hapsedildiği kutsal kılınan o aile kavramı içinde, ekonomik özgürlüğünün ardında durulmadığında, şikayetlerine yanıt alamadığında, kolluk tarafından, hukuk tarafından korunmadığında, kapının her çalışında terler kadın. Başına geleceklerin zilidir o, çalışından anlar. Ya da susmayan telefondan, yağan mesajların sesinden okumadan belli eder kendini tehditler. Ekranı açamazsın elinden bileğine sızan ter yüzünden.
2025 ocak ayında, 33 kadın öldürüldü, 32 kadının da adı şüpheli ölüm dosyasında yazıldı.
Sabahın altısında çıkarsın evinden, vasıtalarca yol gidersin hava aydınlanana değin. Mesaiye kalırsın, azarlarlar herkes içinde, susmak zorunda bırakılırsın. Yürüdüğünde arkandan süzdüklerini hisseder ama hızla geri dönüp de suratlarına “Gözüne hakim ol” diyemezsin. Ay sonunda bir banka ATM’sinde, senin yarın kadar yorulan bir adamın yatan maaşına gözün kayıverir. Nasıl olabilir? Elindeki para kırışır terinden.
İyi eğitimler almışsındır, bir yandan evi çekip çevir bir yandan durmadan çalış, stratejik ol, dikkatli konuş, iyi giyin, bakımlı görün, güler yüzlü ol, güvenilir dur, beklediğin pozisyon boşalana kadar sabret. O gün geldiğinde, yarı tecrübende bir adamı oraya atayıversinler, sana da yanıt olarak evlilik ve çocuk gibi sebeplerle bu yoğunluğun seni yoracağını düşündüklerini, iyiliğin için seni terfi ettirmediklerini söylerler. O içine sıkıştığın gömleği bile aşar, ceket astarından koluna değin sızar apokrin teri.
TÜİK bile kabul etmiş kadınlar erkeklerden yüzde 17 daha az kazanıyor diye. TÜİK 17’si matematiğin yüzde kaçına tekabül ederse artık var sen hesapla...
Bir günde 35 bin karar veriyormuşuz. Önce şu işle ilgili gelen mesaja dön, akşama kabak yapsan çocuklar yemez şimdi yanına da bir makarna, domates kalmamış onu geçerken alırsın. Bu markette çok pahalı, olmadı aşağıdakine de bir bakarsın. Veli grubunda yazıldı okula izin kağıdı imzalayacaksın, bu çocuğun dişi çürük, doktor randevusu bulacaksın. Çamaşırlar makinede kaldı, unutma gidince onları asacaksın, bu dolabın hali ne, yine bir şey kelebeklenmiş, herhalde mecbur tüm kavanozları indirip tek tek bakacaksın. Hepten toz olmuş raflar, süpürgeyi artık hafta sonu yapacaksın. Ödevlerini de kontrol et ki geçen seferki gibi öğretmeni sözlü notu kırmasın. Biraz morali bozuksa akşam başucunda derdini soracaksın. Pantolonları tek çizgi, gömlek yakalarını kolalı ütüleyecek, ananı babanı, kayın olanları arayıp bir ihtiyaçları var mı, sorup gönüllerini de alacaksın. Kendini de salma, bak biraz kendine, öyle diz yapmış eşofmanla gezme evde. Bu yuvayı sen ayakta tutacaksın. Tam her şeyi iyi yaptım derken kim bilir hangi acı gerçekle karşı karşıya kalacaksın?
Pandemide ortaya çıktı işte, bir kadının iş ve ev işlerine harcadığı vakit varmış haftada seksen saatlere. Bir hafta 168 saat toplam, uykuya ayırdığın vakit dahil...
Evden çalışma başlayınca, kadınların makale üretimi yüzde 50 düşmüş akademide, erkeklerinse yüzde 50 artmış.
Çalışan kadınlarda, kendi zekasına, yeteneğine, tecrübesine olan güvenini yıkan, şansa, doğru yer ve zamanda, doğru insanları tanıdığı için başarılı olduğuna inandıran “imposter sendromu” görülme oranı yüzde 84’lere varmış.
Yapabilir misin? diye sorulduğunda, kendine olan güvenini kırmışlarsa, işte o bir anda basan teri tanır kadın.
Gazetecileri mesela; savaşa, toplumsal olaylarda TOMA’ların önüne, gaz bulutu içine, gözaltı ve tutukluluk riski ile haber yapmaya yollarken neredeyse eşitiz, yüzde 42 kadın muhabir. Şiddete dayanıklıyızdır malum, cesaretimiz kendimizden menkul. Gel gör ki medyada kadın yönetici oranı her nasılsa yüzde 12. Nereye gitti bu saha görmüş gazeteci kadınlar iş yönetmeye geldiğinde?
Bir erkek yazar, yayınevinden olumlu dönüş almakta kadına oranla altı kat daha şanslı. Televizyondaki başrollerde, erkeğin cebine giren hep daha fazlası, üstelik kadına dayatılan bir de magazin önünde makbul görünme kuralları...
Ne zaman kadına yönelik şiddetten konuşsak çıkıp diyor ki biri “Erkekleri de anaları yetiştiriyor, iyi yetiştirsinler madem.” Demiyor ki çocuk iki kişilik bir iş, baba da bir ebeveyn. Neden kadından soruluyor bir çocuğun tüm gelişimi, eğitimi?
Veli toplantısında öğretmen karşısında terleyenler hep kadın, hastane kuyruklarında kucağında bebekle aşı sırasında beklerken, doktor sırasında elinden tuttuğu çocuğu oyalarken, parkta oynatayım derken bir yandan yemek yetişmeyecek endişesinden terleyen hep kadın.
İnsanın bazen elleri, ayakları donar. Ne yün çorap keser üşümeyi ne kalın lastik tabanlar.
Yüksek stres ve anksiyete durumunda, adrenalin pompalanırken vücuda, buz keser ayaklar.
Kadınlar iyi bilir bu hissi.
Her şey için çok uğraşıp hiçbir şey elde edemediğini hissettiğinde, sonsuz çabaların cezalandırılıp bir erkeğin hiçbir çaba sarf etmesine gerek kalmadan senin hakkına konduğunu gördüğünde, doğurmuş bulunduğun çocuğun geleceğini nasıl kuracağını düşündüğünde, doğurmamayı tercih ettiğinde yine onlarca soruyu yanıtlamak zorunda kaldığında, sürekli yaşın geçiyor evlen baskısına maruz kaldığında, sevgilin onunla sevişmezsen erkek olduğundan ihtiyacı gereği başkasıyla sevişeceğini rahatça beyan ettiğinde, sevgilinle seviştiğinde sana olan saygısını kaybettiğini ve kendine yeniden bir bakire aradığını gördüğünde, erkeğin elinin kiri olan şeyin senin namusun sayıldığı her seferde, aşk, cinsellik, tutku, keyif, merak, zevk yani hayatı güzel kılan her şey sana tek tek yasak kılındığında, hakkın yenildikçe, sana teslim edilmedikçe, güçlüklerle sınanıp sıradan bir yaşam için bile güçlü olmak zorunda bırakıldığında, güvenlik hissi bir uzak ülke gibi gelirken sana, tekinsiz, tatsız, sası günlerde, üzerine giydirilen o paslı demirden makbul kadın zırhı ciğerini sıkıştırdıkça, kalbini darladıkça, bu hayat nasıl çekilecek sorusu aklından çıkmadıkça, donar ayakların donar.
Klimaların ayarı erkeklere göre yapılır dünyanın her yerinde, biz üşürüz.
Market raflarını ortalama erkek boyuna göre tasarlarlar. Biz zıplarız.
İş ilanlarını metres arar gibi yazarlar kadın çalışan aradıklarında ve erkek aradıklarında sen başvurama diye oraya olmadık maddeler eklerler.
“Çocuk düşünüyor musun?” sorusu mülakatlarda erkeklere sorulmaz. Doğuran her dört kadından birinin istihdamdan düşmesi sorunu kadının sorunu gibi görülür halbuki sosyal politikaların mevzusu bu.
Kendi yaratmadığın tüm sorunları senin çözmeni isterler.
Sonra bakarsın binler olmuşsun yasaklamaya çalıştıkları bir meydana giden yolda, kolluk kuvvetleri megafondan seslenir. “Kadınlar dağılın, sizi uyarıyoruz, müdahale edeceğiz.”
Karşında demir barikatlar, kırılmaz kalkan, uzun coplar, onlarda gaz maskesi, sende burnuna sardığın ince mor bir yemeni.
Başına gelecekleri bilirsin ama başına gelmişlerden beter olabilir mi?
İşte en önde, tam yanında erkek şiddetinde felç olmuş, yüzü tanınmaz halde bir kadın duruyor tekerlekli sandalyesiyle, ellerdeki kartonlarda öldürülmüş kadınların isimleri yüz metrelerce ardında uzuyor. Kaskların ardında müstehzi gülüşler jilet gibi yaralar açıyor onurunda.
Ayakların buz keser adrenalinden, apokrin bezlerin devreye girer, elinin terini üzerine silersin. Ellerin sana lazım. Kurumuş boğazına bir yudum su iç.
Elinde megafonla bir kadını bacaklarından tutup yükseltir diğer kadınlar. Duyulur megafonda ciğerden gelen bir ses:
“Kadınlar sizi uyarıyor, yolumuzu açın, yoksa ataerkiyi yıkıp geçeceğiz.”
Alın terimizin günüdür, emeğimiz bir gün elbet karşılığını bulur.
Yaşasın 8 Mart!
Evrensel'i Takip Et