‘Yeni’ Türkiye yok, iki Türkiye var

Fotoğraf: Murat Çetinmühürdar/TCCB
Erdoğan cuma akşamı İstanbul’da, esnaf ve sanatkârlar iftar programındaydı. Yarım saate yakın süren konuşmasının tamamını esnaflık övgüsü ve ekonomiye ayırdı. Ulusal ya da uluslararası hiçbir konuya girmedi. Kısa süre önce açıklanan enflasyon, büyüme ve istihdama ilişkin resmi rakamları doğru yolda olduklarına kanıt olarak gösterdi. “Merkez Bankamız dün aldığı faiz kararıyla doğru yönde bir adım daha attı” dedi. Küçük ve orta sermayenin giderek yükselen bir uğultuyla dile getirdikleri ‘finansmana erişim problemi’ için “Çözüme kavuşturduk” dedi ve son iki yıldır mütemadiyen yaptığı gibi ‘biraz daha sabır’ istedi.
2002’de kendisini iktidara taşıyan koşullar aklından çıkmıyor olmalı. Malum, dönemin başbakanı Ecevit’in önüne atılan yazar kasa, öncülleri gibi AKP’nin de sosyal-sınıfsal kökünü oluşturan küçük ve orta burjuvazinin iktidardan kopuşunun sembolü haline gelmiş; AKP de bu atmosferde 4 Nisan 2001’deki yazar kasa eyleminden sadece 4 ay sonra, Fazilet Partisinden kopanlarca kurulmuştu. Bir yıl sonra da yüzde 34 oyla Meclisin yüzde 66’sına hakim olmuş, siyasal gücünün çok üstündeki bu yasama gücü sayesinde (de) iktidara tutunmuştu.
22 yıl sonra bugün o tabandan defaatle sabır istiyor. Ve yine siyasal desteğiyle orantısız bir güç kullanıyor. Bu kez kullandığı güç yasama değil, aradan geçen sürede rejim açısından bir inşaat iskelesine dönüşmüş olan yargı.
Üstelik bu güç/zor uygulama yetkisini de tahkim ediyor. Devlet Denetleme Kuruluna tanınan olağanüstü yetkiler, TMSF’ye şirketlere kolaylıkla kayyım atama hakkı tanıyan düzenleme, ‘etki ajanlığı’yla başta basın olmak üzere herkese yönelik bir sopa, ‘siber yasa’ ile kişisel iletişim de dahil tüm dijital faaliyeti tam denetim altına alma, eski dosyaların karıştırılmasıyla ortaya çıkan siyasal nitelikli operasyonlar silsilesi…
Oysa son sandıktan birinci parti olarak bile çıkamamış, kendi mahfillerinde yayınlanan anketlerde bile 2002’nin gerisinde olan bir iktidar var bu harekatın arkasında. Evet iktidar, siyasal gücünü aşan bir hukuki güç/zor uyguluyor. Bu, çeşitli durumlarda iktidar sahiplerinin aldığı bir risktir. Eldeki siyasal-toplumsal rızayla; uygulamada olan ve büyük oranda yargı mekanizmasına dayalı bulunan siyasal şiddet arasındaki açı daha fazla rıza yitirmek gibi bir risk içerir. Ama diğer yandan da bu ‘mutlak’ gibi görünen güce rağmen, başta ekonomi olmak üzere türlü konularda aksayan, toplumla ilişkisi zayıflayan bir iktidar var karşımızda. Erdoğan hükümetleri, 2002’den beri en zayıf dönemini yaşıyor.
Bu ‘risk iştahı’, daha geniş bir politik planlamanın unsuru olarak daha ‘anlamlı’ görünebilir: Bildiğimiz anlamda ‘rıza’ya dayanmayan ya da o ‘rıza’yı, desteği eskisi kadar aramayan bir rejim. Sermaye sınıfı iktidarlarının en yaygın ve tarihsel biçimi şu ya da bu düzeyde bir burjuva demokrasisi olsa da tek biçim bu değildir.
Üstelik ABD’de Trump iktidarı aracılığıyla zuhur eden ve hızla doktriner hale gelen yeni emperyalist siyaset sayesinde, bu tür ‘maceralar’ çok daha ‘olanaklı’ hale geldi diye düşünülüyor olabilir.
Neredeyse ilk günden beri kullanılagelen ‘Yeni Türkiye’ kalıbının son dönemde anlam çerçevesi de değiştirilip genişletilerek daha sık gündeme gelmesi de böylesi bir yönelimi teyit eder nitelikte. Oysa tüm baskılara rağmen, başta işçi sınıfının ekonomik mücadelesi olmak üzere toplumsal cereyanın giderek daha aktif hale gelmesi, ‘yeni Türkiye’ hikayesini erkenden eskitiyor. Açıkça görünüyor ki ortada yeni bir Türkiye yok, başta sermaye ve emek olmak üzere ekonomik ve politik olarak ayrışmış iki Türkiye var. Ve bu iki Türkiye’den iktidar gücünü elinde bulundurmayanı çok daha yüksek bir siyasal potansiyele sahip.
Şişeden çıkan cin
Özellikle Suriye’deki hızlı ve ölçüsüz ‘değişimin’ gerçekleştiği geçen yıl sonundan beri giderek daha çok güçlenen bir figür haline gelen Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Financial Times gazetesine söylediği sözler, ortaya çıkan yeni uluslararası ortamın fırsat olarak görüldüğüne dair önemli bir ipucu olarak görünüyor: “Cin şişeden çıktı ve geri koymanın bir yolu yok.”
Tam da Avrupa ve ABD arasında NATO’nun varlığının bile tartışma konusu olduğu bir gerilim yaşanırken Fidan ‘yeni duruma’ uyum sağlamak konusunda istekli ve dahası ‘hazırlıklı’ olduklarını söylüyor. Erdoğan cuma günü esnaflarla iftar etmeden önce, Avrupa Birliği’nin düzenlediği “Fikirdaş Ülkeler Liderler Çevrimiçi Toplantısı”nda konuşmuş ve şöyle demişti: “Avrupa güvenliğine dair tüm adımların Türkiye ile birlikte planlanmasının müşterek menfaatimize olacağı kanaatindeyiz.”
Dün iktidar gazeteleri bu konuşmanın havai fişekleriyle doldurdu birinci sayfasını. Akşam gazetesi “ABD’nin yerini Türkiye doldurur” demeye kadar vardırdı işi.
Türkiye’de sermaye ve siyaset sınıfının, ülkenin en iyi ‘ihraç malı’ olarak, konjonktüre göre değişen şekilde “ucuz emek” ve “ordu”yu işaret ettiği unutulmamalı. Pek çok durumda aynı anlama gelmek üzere bu iki ‘ihraç malı’nın sağlayacağı ekonomik aktivite, iktidardaki siyasal elitlerle sermayenin yeni bir hegemonik ittifakının zemini olabilir mi? Şişedeki cin biraz da bu yakası açık hakikat midir yoksa?
Evrensel'i Takip Et