10 Mart 2025

Suriye’deki suça ortak olmak ya da olmamak…

Suriye savaşı, Türkiye iktidarı açısından, en başından itibaren bir dış politika meselesinden çok daha fazlası oldu.

2011 yılı temmuzunda başlayan iç savaşı takiben, ‘Özgür Suriye Ordusu’ çatısı altında sahada rejime karşı savaşan cihatçı güçler, Türkiye iktidarının desteğini alırken, cihatçı örgüt militanlarından sahada yaralananların Türkiye’deki hastanelerde tedavi gördüğü dünya basınında haber oldu.

2017 yılından itibaren ise ‘Suriye Milli Ordusu’ adı altında, Türkiye’nin sponsoru olduğu ve eğitip donattığı güçler sahada sahne almaya başladı. Vergilerimizle finanse edilen bu güçler, Esad yönetimi devrildikten sonra, sahada özellikle SDG mevzilerine karşı yönlendirildiler.

Erdoğan’ın, ABD’de ikinci kez başkanlık koltuğuna oturan Trump tarafından, Esad yönetiminin devrilmesinde belirleyici aktör olarak tanımlanması, iktidar cenahında bir övünç payesi olarak kabul edildi.

Ancak Şam’da yönetim koltuğuna oturan el Kaide kökenli Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ), ülke içinde Arap Aleviler başta olmak üzere kendisinden farklı olanlara karşı giriştiği katliamlar, ortaya korkunç bir tablo çıkardı. Bu arada, HTŞ’ye bağlı grupların katlederek, görüntülerini sosyal medyada paylaştığı Suriye’deki Alevi nüfusu azınlık olarak tanımlamak doğru olmaz. Öyle olursa şu soruları da sormak gerekir: ‘Çoğunluk kim?​’ ve ‘Kime göre azınlık?​’

Zira, HTŞ ülke içinde, Esad yönetimi döneminde Alevi nüfusla gündelik hayat içinde barış içinde yaşayan geniş Sünni nüfusu temsil eden bir fikriyata sahip değil.

Esad rejimi baskıcı bir yönetimdi ancak, mezhepçilikle karakterize bir rejim değildi. Beşar Esad’ın eşi Esma Esad, Londra’da Cromwell Hastanesinde kardiyolog olan Fevvaz Ahras’ın ve emekli diplomat Seher Ahras’ın kızı olarak dünyaya gelmişti. Ailesi aslen Humus şehrindendi ve Sünni’ydi. Aynı şekilde Esad rejiminin etkili yönetim mevkilerinde pek çok Sünni isim bulunuyordu.

Ancak, Türkiye iktidarı ve iktidarın desteklediği medya Suriye konusunda mezhepçi özellikler taşıyan bir politikayı başından beri savundukları için, HTŞ’ye bağlı grupların Lazkiye ve Tarsus’ta katlettiği Alevileri ‘rejim kalıntısı’ güçler olarak tanımlıyor.

Ahmed Şara’nın, Alevilere yönelik katliamların ardından yaptığı açıklamada da aynı vurgu öne çıktı: “Bazı devrik rejim kalıntıları yeni Suriye’yi test etmeyi denedi ki (yeni Suriye’yi) tanımıyorlar.”

Benzer ifadeler Türkiye’de iktidar medyasından geldi. Hatta içlerinde daha ötesine geçenler oldu. Yeni Şafak Yazarı İsmail Kılıçarslan, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “Alevilere saldırıları endişe ile takip ediyoruz” sözlerini hedef alarak, “Suriye devleti Nusayri teröristlerin 100’e yakınını telef etti ya. Ona içerlemiştir” ifadelerini kullandı. Kılıçarslan, önceki gün yayımlanan ve sosyal medyada gün boyu tepki alan yazısında, şu ifadeleri de kullandı: “Nusayriler, dini inançları bakımından değil, emperyalizme yaptıkları köpekliğin bir sonucu olarak hâlâ Suriye’de sivil insan öldürecek kadar alçak oldukları için gebertiliyorlar. Başka bir şey değil.”

Bir paragrafta bu kadar fazla nefret suçuna ve çarpıtmaya yer veren kaç kişi vardır diye sormayacağız. Çünkü maalesef, epey var. Bu ifadelerin sahibi için, nevi şahsına münhasır dersek, benzerlerine haksızlık yapmış oluruz.

Yazıyı bağlamadan önemli bir noktanın da altını çizelim. Esad yönetiminin devrilmesinin ardından HTŞ etrafında yeni bir Suriye’nin şekillenmesini ‘Elde bu var’ mantığıyla ve reel politika mecburiyeti adı altında savunma durumuna geçmenin ne kadar yanlış olduğu görülmüş olmalı.

Suriye sahasında başından beri sürecin içinde olan emperyalist devletler ve AKP iktidarı gibi bölgesel aktörler, Colani ile ilişkilerini, bir ‘torna tesviye’ meselesi olarak görüyorlar. Kendi çıkarlarını sahada realize etmek için Colani’nin ‘torna’ kısmı daha önce kısmen halledilmişti. Şimdi ‘tesviye’ çalışması aşamasındalar.

Ancak bu çıkar ağının dışında olan ve süreci anlayıp analiz etmeye çalışanlar açısından Suriye’nin geleceğini HTŞ etrafındaki bir denklem içinde düşünmeye zorlanmak gibi bir sınırlama neden olsun?

Şu ana kadar yaşananlar bile önümüzdeki dönemin ne kadar kaotik ve karmaşık ilişkiler içinde ilerleyeceğini yeterince göstermiyor mu?

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Yetim hakkı’ da sermayeye

‘Yetim hakkı’ da sermayeye

Türkiye’de kemer sıkma politikaları ve sosyal yardım kesintileri yoksulluğu derinleştirirken, 2 bin 404 çift, 3 bin liralık yetim maaşı alabilmek için resmen boşandı. Bu yolla ekonomik çıkmaza çare arayan ama aynı evde yaşamaya devam eden bu çiftler, SGK’nin hedefinde. Oysa aynı SGK, İşsizlik Fonundan sermayeye yılda ortalama 17 milyon yetim maaşı aktarıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
İktidar yoksullaştırdığı halkın imdadına yetişen kent lokantalarından rahatsız. Kent lokantasını öven Vedat Milor’a soruşturma açıldı.

Evrensel'i Takip Et