Edip Akbayram: Gittikçe artıyor yalnızlığımız

Fotoğraf: Özcan Yaman
Edip Akbayram da “taht misali o musalla taşı”ndan sonsuzluğa uğurlandı, yalnızlığımız arttı; biz de bir gün dostlarımızı yalnız bırakıp gideceğiz elbet.
İlk önce, sözlerinin yıllar sonra Mahsuni Şerif babanın olduğunu öğrendiğim “Garip” şarkısıyla yüreğimde yer etmişti. Bir siyah plaktı. Uzayın derinliklerini, ölüm ötesini, bilinmezlikleri çağrıştıran, yüreği dağlayan bir müzik, ola ki elektronik gitar ve sonrasında titrek bir nefesli çalgı eşliğinde, bir ses: “Kurumuş yeşil otları / Toprak olmuş umutları /Gökte mazi bulutları / Bu mezarda bir garip var” diyordu. Hüzün toplumuyuz, sağlıklar içinde yaşayası büyük şair özetlemiş: Hüzün ki en çok yakışandır bize.
Zaten o da umudun, hüzünlü sevinçlerin, buruk mutlulukların türkülerini söyledi hep.
Pencerenin önü... Camlarının arkasında gece ve kar vardır. Dışarıdaki beyaz karanlıkta raylar parlamaktadır. Saatlerce, günlerce beklenir oralarda, sıcak soğuk, yağmur ayaz denmeden; gitmek zamanıdır, başka çare yoktur. Yalnız kendisi değildir gidecek. İstasyonun üçüncü mevki bekleme salonunda siyah başörtülü, çıplak ayaklı bir çocuk yatmaktadır. Gece ve kar yine pencerededir. Bir şarkı söylüyorlar içerde. Bu, giden kardeşimin en sevdiği şarkıydı. En sevdiği şarkı... en sevdiği... en... Bu hüzün: Bir türkü söylüyorlardı içerde / Bu giden kardeşimin türküsüydü /Arkadaşlar bakmayın gözlerime / Bu milyonların gerçek öyküsüydü biçiminde de yüreklere nakış gibi işlenmişti Nâzım Hikmet ekseninde Cem Karaca ve Edip Akbayram tarafından. İki giden vardır burada: Yolculuk için bekleyenler ve sonsuzluğa uğurlanmışlar.
İşte gidiyorum çeşmisiyahım. Bir çift öküz yeter mi / Böyle baca tüter mi Mehmet emmi? Bu yıl benim yeşil bağım kurudu… Mahsuni baba bütün Anadolu popçularının yüzünü sürdüğü tertemiz bir kaynaktır. Edip Akbayram da bu pınarın sularını memleketin her köşesine damla damla taşımış, kırsal ezilmişliğin sesini yansıtmıştır.
Ön yargıları bir türlü kıramamış bir toplumuz. Çok değil, yirmi otuz yıl ve öncesinde az kavga edilmediydi öğrenci kantinlerinde, kahvehanelerde, halka açık yerlerde: Aldırma gönül aldırma. Sanırım Aziz Nesin söylemişti: Bizim ateistlerimiz bile Müslüman’dır: Yakını giderken Allah’a ısmarlar, kız isterken Allah’ın emri der. Melali anlamayan bir nesil vardır, mecazla, istiarelerle bir ilgisi olmadığı gibi halkın en alt tabakasının; yokluğun, adaletsizliğin, çaresizliğin sillesini yemişlerin duygularını, düşüncelerini hissetmeyen bir nesil. Haksızlığa uğradığına inanan, kaderin, feleğin tokadının yüzündeki sızısı bir türlü geçmeyen, bundan ötürü içeride ömür çürüten insanların isyan duygularını “dertlerin kalkınca şaha” dizesinin devamında had safhaya çıkarınca Sabahattin Ali, Edip Akbayram da bunu şarkılaştırınca… Hadi bakalım ne yaparsan yap… Bitmez abi bu tartışmalar.
Sonuç: Daha şimdiden müzik tarihimize geçen yapıtlardan biri olmuştur Aldırma Gönül.
Türküler Yanmaz… Güzel günler göreceğiz… Hava nasıl oralarda… Şah damar… Kibar gelin… Ben ölürsem akşamüstü ölürüm… Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz…
Gerek kendisi gerekse diğer pek çok bestecinin nakış nakış işlediği ezgilerle Can Yücel, Oktay Rıfat, Ahmet Arif, Nevzat Çelik, Yılmaz Odabaşı, Yusuf Hayaloğlu, Ataol Behramoğlu, Orhan Veli gibi daha birçok değerli şairimize yeniden ses verir Edip Akbayram.
Yarım yüzyılı aşkın bir sürede yüksek düzeyi korumuş bir sanatçının ürünlerinin hangi birini yazacaksınız?..
Yan tarafı sahil yürüme şeridi olan bir şehirdeki açık hava konserinde göz göze gelmiştik. Güneş son kızıllığını ardında bırakmak üzereyken orkestranın ve kendisinin seslerine bakılırsa daha yeni yeni başlıyordu konser. Yüzlerce seveni ara sokaklardan, platformun ön ve arka tarafından gelmeye çalışırken erkenciler geniş bir alana yayılmış, kumsalın üzerinde kendilerine yer bile yapmışlardı. Oldum olası kalabalıkların ortasında rahat edemem. Sakin bir yer bulup yüzünü göremesek de sesini canlı dinlemek amacıyla, kurulan platformun önünden geçip sahne arkasına ulaşmaya çalışırken gözlerimiz kesişti. O bar tipi bir sandalyeye oturmuştu, elinde mikrofon… Orkestra yavaş yavaş çalarken o, güler yüzüyle önündeki kalabalığa bakıyordu. Bir anda kesişen gözlerimizin etkisiyle bir baş selamı verdim, içi gülen gözleri gözlerimdeyken başıyla aldı selamımı. Geçip arka taraftaki kalabalığa karıştım.
Halkın gönlünde sesiyle, alçak gönüllülüğüyle, dik duruşuyla hep yaşayacaktır. Koca Yunus demiş ya: Ten fanidir can ölmez/ Çün gitti geri gelmez/ Ölürse tenler ölür/ Canlar ölesi değil.
Evrensel'i Takip Et