HTŞ-SDG anlaşması: Tepkiler, beklentiler ve görevler

Fotoğraf: SANA
Suriye’deki geçici yönetimin başında bulunan HTŞ güçlerinin, ülkenin batısındaki kentlerde Alevilere yönelik katliamlarına karşı tepkilerin yükseldiği bir dönemde HTŞ yönetimi ile SDG (Suriye Demokratik Güçleri) arasında bir anlaşma imzalandığı haberi geldi. Suriye’de Kürtlerin yeni yönetime katılım biçim ve sürecinin çerçevesini belirleyen bu anlaşma, HTŞ katliamlarına öfke duyan kesimler arasında SDG’ye yönelik bazı tepkilere de yol açtı. Gerçekten de bu anlaşma, katliamlar nedeniyle ciddi bir sıkışmışlık yaşayan HTŞ ve Colani’ye nefes aldırıcı bir rol oynadı. Ancak bu anlaşmanın garantörünün Kürtlerin iş birliğini sürdürdüğü ABD emperyalizminin olduğu dikkate alındığında zamanlamasının da hesapsız olmadığını anlamak zor değil. Dolayısıyla ülke ve bölge için demokrasi ve barış isteyen emek ve halk güçlerinin Kürtlere tepkiden önce süreci doğru okuyarak kendi görev ve sorumluluklarına odaklanması önem taşıyor.
HTŞ-SDG anlaşmasının içeriğine geçmeden önce şu noktaya dikkat çekmek gerekiyor: Bu anlaşma ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Kurilla’nın S. Arabistan, Ürdün ve İsrail ziyaretlerini takiben, SDG Komutanı Mazlum Abdi ile yaptığı görüşmeden sonra imzalandı. Bu bakımdan HTŞ-SDG anlaşmasının ABD emperyalizminin bölgeyi (Ortadoğu) İsrail ve Körfez ülkeleri merkezli yeniden dizayn politikasının bir devamı olarak gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Anlaşmanın zamanlaması da hem katliamlar nedeniyle uluslararası desteği azalan Colani’yi ABD’nin istediği bir çerçevede anlaşmaya zorlamak ve hem de Colani’ye nefes aldırmak gibi iki boyutlu bir hesaba dayanıyordu.
Çerçevesi 8 madde üzerinden belirlenen anlaşmaya bakıldığında “Esad’ın artıkları ve güvenlik ile birliğine yönelik tüm tehditlere karşı mücadeleye destek verilmesi” maddesinin katliamlar karşısında kendisine meşruiyet alanı yaratmak isteyen HTŞ’nin ihtiyaç ve talebi temelinde metne girdiği anlaşılıyor.
Anlaşma metninin en tartışmalı konusunu “Suriye’nin kuzeydoğusundaki tüm sivil ve askeri kurumların, sınır kapıları, havaalanları, petrol ve gaz sahaları da dahil olmak üzere, devlet yönetimine entegrasyonu” başlığı oluşturuyor. Çünkü Türkiye’deki Erdoğan iktidarı ve destekçileri bu maddeyi SDG’nin tasfiyesi ve kontrol ettiği alanları bırakması biçiminde okuyor. Oysa Kürt güçleri bu maddenin SDG ve askeri-sivil kurumların merkezi yönetime dahil edilmesi anlamına geldiğini söylüyor. ABD ve İsrail’in Kürtlerle iş birliğini sürdürme yönündeki tutumlarına bakıldığında bu maddenin SDG ve HTŞ yönetimi arasında karşılıklı tavizler temelinde bir uzlaşıyı amaçladığı (SDG’nin Suriye ordusuna düzenli birlikler temelinde katılması, IŞİD kampları ve hapishanelerinin birlikte kontrol edilmesi, petrol ve doğal gaz gelirlerinin paylaşılması vs.) anlaşılıyor.
Yine metinde “Dini veya etnik kökenlerine bakılmaksızın, liyakat temelinde temsil edilme ve siyasi katılım haklarını güvence altına almak” ve “Kürt topluluğunu, Suriye’nin ayrılmaz bir parçası olarak tanımak ve anayasal haklarını garanti altına almak” gibi demokratik haklara vurgu yapan maddeler bulunuyor.
Elbette ilk fırsatta Alevilere karşı katliamlar gerçekleştiren HTŞ yönetiminin bu demokratik hakları ne kadar kabul edeceği ciddi bir soru işareti yaratıyor ve bu sorunun yanıtını vermek için hazırlanacak anayasa metnini beklemek gerekiyor. PYD Dış İlişkiler Sözcüsü Salih Müslim anlaşmanın bu maddelerinin sadece Kürtler için değil; Aleviler, Dürziler ve Êzidîler için de demokratik kazanım olduğunu/olacağını söylüyor -ki bu durum HTŞ karşısında anlaşmanın demokratik tarafını temsil eden Kürtlere bu güçlerin sürece katılması bakımından önemli sorumluluklar yüklüyor.
Anlaşma metninin en kritik maddesini “Anlaşmanın uygulanması için komiteler, yıl sonuna kadar çalışarak anlaşmayı hayata geçirecek” denilen 8. madde oluşturuyor. Çünkü bu komitelerin yürüteceği çalışmalar, anlaşmanın ne kadarının hayata geçirilip geçirilmediğini belirleyecek.
Bu anlaşma ABD emperyalizmine hem HTŞ’yi kontrol altında tutma ve hem de bölgesel dizaynda ihtiyaç duyduğu Kürtlerle iş birliğini belli sınırlar içinde ve yeni döneme uyarlanmış bir biçimde sürdürme olanağını sağlıyor. Bununla birlikte bu adım Öcalan’ın PKK’ye kendini feshetme çağrısıyla uyumlu bir şekilde Trump’ın Erdoğan’la pazarlık yapmasını kolaylaştırarak Türkiye’yi daha çok ihtiyaç duyduğu Kafkasya, Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Balkanlarda kendi politik eksenine daha fazla bağlayabilmesine hizmet ediyor.
Şurası açıktır ki, bugün ortada HTŞ ve SDG arasında bir mutabakat metni olsa da bu metnin hangi maddesinin ne kadar uygulanacağını/uygulanabileceğini bölgedeki dengeler ve taraflar arasındaki güç ilişkileri belirleyecektir.
Tam bu noktada emek ve demokrasi güçlerinin bu gelişmeler karşısında nasıl bir tutum alması gerektiği sorusu önem kazanıyor. Lenin 1916’da yazdığı ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı üzerine tezlerinde “Emperyalizm koşullarında, yalnızca ulusların kendi kaderini tayin hakkı değil, siyasi demokrasinin bütün temel talepleri ancak kısmen uygulanabilir, üstelik çarpıtılmış ve istisnai olarak” diyerek emperyalizm koşullarında ulusal sorun gibi demokrasi sorunlarının çözümünün sınırlarına işaret eder. Ancak devamında bu durumun sosyalistlerin “Bütün bu talepleri için acil ve kararlı bir mücadeleden vazgeçmeleri sonucunun çıkmayacağını” aksine “Her türden temel demokratik talep için verilen mücadeleyi genişletip güçlendirmek” gerektiğini söyler.
Şüphesiz bugün Kürt sorunundan Aleviler ve Hristiyan azınlıklara yönelik katliamlara kadar emperyalistlerin ve bölge gericiliklerinin her türlü demokratik hak ve sorunu kendi çıkarları temelinde ele aldıkları ve bu çıkarlar için araçsallaştırmaya çalıştıkları bir siyasal tablo ile karşı karşıyayız. Böylesi bir siyasal tabloda HTŞ ve SDG arasındaki anlaşma gibi emek ve demokrasi güçleri için kafa karıştırıcı ve hatta tepkilere yol açan birçok gelişmenin yaşanması da şaşırtıcı değil. Ancak bu durum bu kafa karışıklığını ortadan kaldırmanın emek, demokrasi ve halk güçlerinin temel demokratik haklar etrafında en geniş mücadele birlikteliğini sağlaması dışında bir yolunun olmadığı gerçeğini de değiştirmiyor. Çünkü rahatsız olduğumuz gelişmeleri ancak onları değiştirebilecek bir mücadele güç ve birlikteliğini sağlayarak ortadan kaldırabiliriz. Bugün emek ve demokrasi güçlerinin kendi politik görevleri bakımından odaklanması gereken yer de burasıdır.
Evrensel'i Takip Et