Buzdolabından sonra…

Vehbi Koç Arçelik fabrikasında - Fotoğraf: Arçelik arşivi
Geçen cuma akşamı Apaçık Radyo’da sevgili dostlarım Fatma Genç ve Hasan Ateş’in hazırladıkları Kopuk Bağlar programına katılma şansı buldum. Bir süredir nesnelerin tarihini konuşuyorlar. Çok değerli katılımcıları ile ayakkabıdan, patatese, traktörden, radyoya çok keyifli konuları konuştular. Benim konum buzdolabı oldu, biraz da çamaşır makinesi… 2010 yılında çıkan kitabımda Türkiye’de kapitalizmin gelişim sürecinin bir anlamda mikro tarihini, Koç ve Arçelik özelinde işletme tarihine odaklanarak, Marxçı bir eleştirel politik ekonomi perspektifinden çalışmıştım. Buzdolabı, çamaşır makinesi filan oradan geliyor anlayacağınız.
Tabii aslında buzdolabı bahane, mesele bu örnekleri kullanarak kapitalist üretim tarzının ayrıcı yanı olan genelleşmiş meta üretim sisteminin tarihsel gelişimine dair bir şeyler söyleyebilmek. Gerçekten de biraz yakından bakıldığında insanların çok uzun yıllar boyunca kurutma, tütsüleme, tuzlama, şekere bulama gibi yöntemler yanında mağaraları, kuyuları, toprak altını, kar ve buz çukurlarını besinleri bozulmasın diye saklamak için kullandıklarını görüyorsunuz. Tarihsel ve coğrafi olarak faklı yer ve zamanlarda farklı usuller öne çıkmakla birlikte, buzdolabı öncesi en yaygın uygulamalardan biri de buz kutuları olarak biliniyor. On dokuzuncu yüzyıl başlarında buz ticaretinin artmasıyla hem buz kutularının kullanımı yaygınlaşıyor hem de o kritik metalaşma meselesi karşımıza çıkmaya başlıyor. Tarihsel gelişim sürecini daha kolay okunabilir kılmak için bu metalaşma sürecini önceleyen sürece metalaştırılmanın olmadığı ya da yaygınlaşmadığı duruma işaret edecek şekilde “metalaştırılmış olmayan- non-commodification” kavramını uygun düşebilir. Metalaştırılmanın olmadığı bu dönemin genel özelliği ihtiyaç gidermenin piyasa dışı yollarla yapılmasıdır. Diğer bir deyişle ihtiyaç karşılayan ürün meta değildir.
Bu noktadan metalaşmaya- commodification- geçiş oldukça karmaşık bir süreçtir. Özellikle de Fernand Braudel’in kullandığı anlamda “gündelik hayatın yapılaşmaları” mefhumu düşünüldüğünde. Kabaca bununla kastedilen insanların gündelik yaşamlarına dair rutinlerin, yapısallaşmış yanıtların varlığıdır. Aslında metalaşma, bu rutinlerle bir çarpışma içindedir. Ancak bu şekilde gündelik yaşamda kendine bir yer açabilir. Metalaşma eğiliminin bu savaşı kolaylıkla kazandığını söylemek zordur. Evet kazanmıştır ama bu özellikle başlarda hiç de kolay olmamıştır. Bu noktada Arçelik tarihinden birkaç küçük örnek vermek isterim- detaylı alıntılar için kitaba bakabilirsiniz-. Arçelik sözlü tarih görüşmelerinden birinde M.K şunu ifade ediyor: “Öyle buzdolabı gibi bir şey yoktu. [İnsanlar yiyecekleri] kuyunun içerisine sarkıtır işini görürdü. Hele çamaşır makinesi, çamaşır makinesi külliyen yok. Elinle alacaksın sıkacaksın, suyu ısıtacaksın, çamaşır makinesine koyacaksın, içine sabun koyacak, yıkayacak, sıkacak yo yo ben yıkarım. Öyle bir şey vardı. Buzdolabı derseniz işte öyle ki tel dolabımız var evde buzdolabını ne yapacağız, yerimiz yok gibi birçok şeylerle karşılaştık.” Benzer durum V. Koç’un kendi evinde bile söz konusu oluyor. Sevgi Gönül aktarıyor: “Bizim eve çamaşır makinesi çok geç girdi. Çünkü annem tokaç denilen bir malzeme vardı, bilmem bilir misiniz, tokaç ve kille çamaşır yıkatmaya meraklıydı… Annem [eve çamaşır makinesi girmesini] hiçbir zaman kabul etmedi. Annem vefat ettikten sonra biz çamaşır makinesi aldık babama.” Metalaşmaya karşı bu örtük direnci başka yerlerde de görüyoruz. Arçelik yöneticilerden C.S babasının Erzurum’da satmak için aldığı buzdolabı ve çamaşır makinesinin akıbetini ifade ediyor. “Buzdolabı… uzun süre elimizde kaldı satamadık. Bir çamaşır makinesi geldi, o çamaşır makinesini de satamadık… Eve gönderdiğini hatırlıyorum babamın. Sonra büyükannemler itiraz etti ve gerisin geri çamaşır makinesi tekrar mağazaya döndü… 1960’lı yılda eniştem Almanya’ya gitmişti bir buzdolabı getirdi. Erzurum’da uzun süre, delinin zoruna bak Erzurum gibi soğuk bir yere buzdolabı getirmiş diye alay konusu oldu.” Örnekler başka şehirler için de söz konusu. Ancak yine C.S’nin V. Koç ile ilgili diyaloğu çok öğretici. Suna Kıraç şöyle diyor: “Vehbi Koç halktan biri gibi yaşamak konusunda ısrarcıydı. Bu ısrarı kimi zaman ev yaşamında çalışanları için külfete dönüşüyordu. Örneğin yazlık eve taşınırken, kışlık evdeki buzdolabı da taşınıyordu. Bu durumdan haberdar olan C.S’nin bir buzdolabını kışlık evine göndermesi üzerine Vehbi Koç telefon açarak, sen benim yaşamıma niçin karışıyorsun diye çıkıştı.” Yanıt iş adamı Koç’u ikna edecek bir gerekçeye dayanıyordu. Karşıdaki ses “kışlık evinizdeki buzdolabını yazlığınıza taşıdığınız duyulursa, biz yazlıkçılara nasıl buzdolabı satarız deyince Vehbi Koç gülerek telefonu kapatmıştı.” Anlaşılan metalaşma bir tüketici olarak sermayedarda bile bir zihniyet değişimi yaratıyor. Bu şüphesiz bize Marks’ı hatırlatıyor. Marks şöyle söylüyor: “Belli bir gelişme aşamasına ulaşıldığında itibar kaynağı olan ve alışılagelen derecede israf, talihsiz kapitalist için bir zorunluluk halini almaktadır.”
Peki nasıl oluyor da insanların başlarda önemli ölçüde direniş gösterdiği bir eğilim bugün bu ölçüde yaygınlaşabiliyor. Bu durumun gizi meta üretiminin bizzat tüketimi de üretmesinde yatmaktadır. Marks bu durumu açıkça vurgular: “Üretim tüketime, nesnesini sağlar, demek ki bu bakımdan üretim, tüketimi yaratır, üretir.” Böylesi bir tüketim olgusunun ürünü ise bizzat tüketici olarak karşımıza çıkar. “Üretimin ürettiği şey, yalnızca tüketimin nesnesi değildir, aynı zamanda tüketim tarzıdır da ve bu da yalnızca nesnel değil, aynı zamanda öznel tarzda yapılmaktadır. Demek ki üretim tüketiciyi ve tüketim tarzını yaratır… Üretim yalnızca özne için bir nesne yaratmakla yetinmez, aynı zamanda nesne için bir özne de yaratır”. Belki de en önemlisi “üretim gereksinime, yalnızca maddi bir nesne sağlamakla kalmaz, maddi nesneye de bir gereksinim sağlar”.
Kapitalist üretime karşı olmak metalaşmayı sorgulamayı da beraberinde getirmelidir. Söz konusu olan yalnızca eğitim, sağlık gibi alanlardaki metalaşmayı sorgulamak da değil, kapsamı genişletilen bir metasızlaşma- de-commodification- politikasının bir tür geçiş sürecinin bileşeni olarak düşünülmesidir.
Görsel: Evrensel
Evrensel'i Takip Et