SDG-HTŞ anlaşması Türkiye’yi de kapsıyor mu?

Fotoğraf: SANA
HTŞ’nin Şam’ı ele geçirip Suriye’de yönetime el koymasından (8 Aralık 2024) beri Suriye eksenli gelişmeler gerek bölge ülkeleri gerekse dünyada siyasi gündemin üst sıralardaki yerini koruyor.
ABD’den Rusya’ya, AB’den Türkiye’ye bölgede çıkar peşinde koşan emperyalistler ve bölge gericilikleri HTŞ’nin el Kaideci geleneğin sürdürücüsü olduğunu önemsemeden, onu kravatlı ve takım elbiseli bir sosyal medya fenomeni gibi öne çıkardılar. Onu Suriye’nin halklarını birleştirecek ve demokratik Suriye’yi kuracak özgürlük savaşçısı olarak pazarlamaya koyuldular.
Ama HTŞ ve onun Lideri Colani’ye övgüler ve beklentiler sürerken Lazkiye, Tartus, Humus gibi kentler ve kırsallarında yeni rejim güçlerinin Arap Alevisi ailelerin evlerini bastıkları, kadın, çocuk, yaşlı demeden önlerine çıkanları katlettikleri haberleri gelmeye başladı. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi katliamda 1400 (bazı kaynaklara göre ise 4 bin) dolayında sivilin katledildiğini belirtiyor.
Ancak bu vahşi katliam, tıpkı İsrail’in Gazze’de giriştiği katliamda olduğu gibi ABD ve Batılı emperyalistler tarafından “Suriye’nin güvenliği” ile ilgiliymiş gibi gösteriliyor.
Destekçileri Colani’den daha Colanici!
Colani (Ahmet Şara) yönetimi, yaşanan katliamı resmi güvenlik güçlerinin yapmadığını öne sürerken, Şara yönetiminin Savunma Bakanlığı Sözcüsü X’ten yaptığı paylaşımda, “Operasyonların başarıyla sona erdiği”ni, “Devrik rejimin ‘sürpriz unsurları’nın püskürtüldüğünü” iddia ederek Alevi katliamını yönetimin yaptığını, en azından yaptırdığını kabul etmektedir.
Colani ve Suriye yönetiminin sözcüleri katliamdan sorumlu olduklarını zımnen de olsa kabul ediyorlar, ama Suriye’de HTŞ yönetimi üstünden çıkar sağlamayı amaçlayan emperyalistler ve bölge gericilikleri mazeretler uydurdukları katliamı açıkça savunmaktan çekinmiyorlar.
Ürdün’ün başkenti Amman’da düzenlenen 'Suriye ve komşu ülkeler toplantısı’nın ardından, Ürdün, Irak, Suriye ve Lübnan ile tarihi nitelikte bir toplantı gerçekleştirdiklerini belirten Dışişleri Bakanı Hakan Fidan; “Suriye’de yeni kurulan hükümete her yönüyle yardımcı olma, istikrar sağlayıcı bütün faaliyetleri destekleme” konusunda (beş ülkenin) hemfikir olduklarını söyledi ve “Hadiseleri, herhangi bir mezhebe ya da dini gruba mal etmeye çalışmak doğru değildir” diyerek HTŞ yönetimine tam destek sundu!
‘Öcalan’ın açıklaması Suriye’yi kapsıyor mu?’ sorusu tersine döndü
Arap Alevilere yönelik vahşi katliamı kimin yaptığı ya da yaptırdığı tartışması sürerken Suriye yönetimi, 10 Mart akşamı, “SDG’nin devlet kurumlarına katılması için anlaşmaya varıldığını” açıkladı.
Anlaşma 8 maddeden oluşuyor.
Suriye yönetimi anlaşmayla, “Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlandığı”nı öne sürerken SDG ise bu anlaşmayla sadece Kürtlerin değil tüm Suriye halklarının özgürlük ve demokrasi içinde yaşamasını güvenceye alındığını öne çıkarıyor.
8 maddelik anlaşmanın “demokratik Suriye” iddiasına dayanak olarak gösterilen ilk iki maddesi önemli.
Bu iki maddede demokratik Suriye toplumu; “Dini veya etnik kökenine bakılmaksızın tüm Suriyelilerin temsil ve siyasi katılım haklarının liyakate dayalı olarak sağlanması” ve “Kürt toplumunun Suriye’nin ayrılmaz bir parçası olarak tanınması ve anayasal haklarının garanti altına alınması” biçiminde ifade ediliyor.
HTŞ’nin, ‘tarihiyle ilgili olduğu kadar, daha birkaç gün önce Suriye’nin batısında Alevi katliamının sorumlusu olarak böyle maddelerin altına imza atması, “HTŞ bu imzasına sadık kalır mı kalmaz mı”, “HTŞ zamana oynayıp kendi meşruiyet alanını genişletmek istiyor ve ilk fırsatta aslına rücu etmez mi” gibi soruları büyütüyor.
Nitekim Yusuf Karadaş arkadaşımız anlaşmayla ilgili dün köşesinde bu sorulara işaret etti. “Boşluklara” ve kimi ifadelerin HTŞ tarafından kullanılabileceğine dair endişeleri dile getirdi. Demokratik Suriye’nin güvencesi, HTŞ imzasıyla değil Suriye halklarının ve bölgede barış isteyen tüm bölge ülke halklarının, halkların kardeşliği ve kendi kaderini tayin hakkını tanıyan bir barış mücadelesiyle elde edilebilir.
Erdoğan, anlaşmanın uygulanmasını isteyen bir açıklama yaptı. Ama bu anlaşmanın, aynı zamanda “Öcalan’ın çağrısının Suriye’deki YPG-PYD’yi de kapsayıp kapsamadığı” tartışmasını ortadan kaldırdığına değinmediği gibi “Türkiye’nin Suriye’de asker bulundurması, SMO ve bölgede bazı bölgeleri kontrol altında tutma” konularında da bir şey söylemedi. Ama bundan sonraki adımın bu sorulara yanıt vermek olacağı da tartışmasızdır.
Başka bir söyleyişle son haftaların siyasetteki en önemli sorularından birisi olan “Öcalan’ın çağrısı Suriye’deki PYD-YPG’yi de kapsıyor mu?” son birkaç günden beri artık “SDG-HTŞ anlaşması Türkiye’yi de kapsıyor mu?” sorusuna dönüşmüş bulunuyor!
Üstelik bu konuda Türkiye’den bu soruların yanıtını isteyenler sadece SDG ve HTŞ yönetimi değil, ABD, Rusya, AB, Suriye’de Türkiye’nin asker bulundurmasını “işgalcilik” olarak gören Arap ülkeleri de olacaktır!
Önümüzdeki günlerin tartışması da bu olacaktır.


Evrensel'i Takip Et