Asıl yük kimin sırtında?

Fotoğraf: ANKA
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hafta başında, ekonomi politikalarındaki başarısızlığının üzerini örtmek için “Deprem, memur maaşları ve EYT bütçe üzerinde önemli yük oluşturuyor” açıklaması yaptı. Yapılan açıklama ile kamu kaynaklarının nasıl yönetildiği ve kimler için kullanıldığı sorusu yeniden gündeme geldi.
Türkiye’de kamu kaynaklarının bölüşümü halkın temel ihtiyaçlarının mı yoksa sermayenin taleplerinin mi öncelikli olduğu sorusu etrafında şekilleniyor. Deprem, memur maaşları ve EYT’nin getirdiği iddia edilen maliyetler, doğrudan halkın en temel hakları ve ihtiyaçları ile ilgiliyken, bütçedeki en büyük yükü aslında sermaye yanlısı politikalar, müşteri garantili projeler ve kur korumalı mevduat oluşturuyor.
Bugün Türkiye’nin en büyük bütçe yükü olarak gösterilen kalemlerin başında halkın talepleri değil, bütçeden sermayeye aktarılan doğrudan ve dolaylı kaynaklar var. Köprüler, otoyollar, havaalanları, şehir hastaneleri gibi projelerde şirketlere verilen garanti ödemeleri yıllık milyarlarca liralık yük oluşturuyor. Müşteri garanti projelere 2017 yılından 2024 yılı sonuna kadar 384 milyar lira “garanti ödeme” yapılmış. 2025 yılında bütçeden kamu özel iş birliği (KÖİ) projeleri çerçevesinde köprüler, otoyollar ve Avrasya Tüneli ile yap-kirala-devret modeliyle yaptırılan şehir hastanelerine toplam 204 milyar lira ödenecek. Önümüzdeki üç yılda ödenecek garanti ödeme tutarı 689 milyar lira olarak hesaplanıyor.
2021 yılında dolar karşısında TL’nin değer kaybını engellemek adına getirilen kur korumalı mevduat (KKM) uygulaması sadece sermaye sahiplerini koruyan bir mekanizmaya dönüştü ve Merkez Bankası başkanına göre hazineye olan zararı 833 milyar lirayı aştı. Müşteri garantili ödemelerde olduğu gibi bunun faturası da halkın cebinden çıkıyor.
Her yıl bütçe dönemlerinde büyük sermaye gruplarına vergi indirimleri sağlanırken, sermayeye vergi muafiyeti ve istisnalarla birlikte her yıl milyarlarca liralık kaynak aktarımı yapılıyor. Asgari ücretli ve emekçiler üzerindeki vergi yükü ise sürekli artmaya devam ediyor.
Mehmet Şimşek’in her fırsatta memur maaşları ve EYT’yi bütçeye yük olarak tanımlaması, aslında mevcut ekonomik politikaların kimleri nasıl koruduğunu gösteriyor. Her fırsatta ücretler, maaşlar ve emekli aylıkları için kaynak yaratmanın bütçe dengelerini bozduğu iddia edilirken, sermayeye aktarılan milyarlarca liralık kaynağın hiç gündeme getirilmemesi dikkat çekici.
Türkiye’de son birkaç yıldır daha belirgin hale gelen hayat pahalılığı sonucunda daha önce görülmemiş boyutlarda yoksullaşma süreci yaşanıyor. Bu durum bütçeden yapılan harcamaların nereye gittiğinin yakından takip edilmesine ve ekonomik sorunlara çözüm üretemeyen iktidarın geçmişe göre daha fazla sorgulanmasına neden oluyor. Büyük bölümü halkın sırtına yüklenen vergi ve borç yükü merkezli ekonomik politikalar karşısında, derin bir geçim sıkıntısı yaşayan emekçilerin ve emeklilerin her geçen gün büyüyen tepkisini görmek mümkün.
Halk için kaynak bulamayanlar, patronlar için hazinenin kapılarını ardına kadar açtılar. Emekçilerden her fırsatta fedakarlık ve sabır istenirken, bankalar her yıl enflasyonun üzerinde kâr açıklıyorlar. Emekçilerin talepleri Mehmet Şimşek tarafından bütçeye yük olarak görülüyor ama yerli ve yabancı şirketlere verilen teşvikler üzerinden aktarılan kaynaklar nedense hiç gündem olmuyor.
Bütçeye asıl yük olan deprem, emekçiler veya emekliler değil; sermayeye sınırsız kaynak aktaran sermaye yanlısı düzenlemelerdir. Emekçilerin haklarını ve taleplerini “bütçeye yük” olarak tanımlayanlar, önce yıllardır halkın sırtına bindirdikleri ağır yükün hesabını vermelidir.
Evrensel'i Takip Et