Huzur, Suriye’ye hâlâ çok uzak!

Fotoğraf: İzettin Kasım/AA
Suriye'nin Lazkiye ve Tartus kentlerinde 6-7 Mart'ta başlayan Alevilere yönelik katliamlarda ve ayrıca devam eden çatışmalarda yüzlerce sivil hayatını kaybetti. Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) katledilen sivil sayısının 800 civarında olduğunu duyurdu. Birkaç gündür sahada olan BM İnsan Hakları Dairesi 111 sivilin infaz edilerek öldürüldüğünü belgelediklerini duyurdu, ancak çalışmalar devam ediyor. Sahadaki BM ekibinden yardım kuruluşlarına ve yerel halka kadar herkes ölü sayısının çok daha yüksek olabileceğini söylüyor. Hâlâ ulaşılamayan köyler var. Binlerce insan dağlık ve ormanlık bölgelere kaçtı. Bu insanlar silahlı gruplara mı denk geldi, soğuktan mı dondu, kaçı yaşıyor, kimse bilmiyor. Muhtemelen katledilenlerin sayısının belirlenmesi o bölgede yaşayanların akrabalarının beyanlarıyla kesinleşecek ve bu da epeyce vakit alacak gibi görünüyor. Binlerce ev yakıldı, iş yerleri soyuldu… Lazkiye ve Tartus, iki gün boyunca kanunun olmadığı ve her yerin alev alev yandığı şartlarda, kaçacak yerleri olmadan, her an kapıları kırılıp birileri tarafından katledilmeyi bekledi. Sosyal medya binlerce vasiyet mesajıyla dolu: Ölürsem evlatlarıma bakın, ölürsem bizi unutmayın, ölürsem nasıl öldüğümüzü bilin… Ve elbette neden diye soran binlerce ama binlerce mesaj, çağrı ve not… Kiminle konuştuysam “Bize yardım edin” diyerek söze başladı, “Devletine ulaşamaz mısın, bir şeyler yapamaz mısın” diye sordu istisnasız hepsi.
Kelimelerin anlatmaya yetmeyeceği bu korkunç hal bütün Suriye'ye yayıldı. İsyan edenler sadece birkaç dakika sonra başına ne geleceğini bilmeden bekleyenler değildi. Suriye içinde günlerce telefonlar susmadı, sosyal medyada mesajlar, çağrılar, isyanlar aktı… Korku dalga dalga Şam'a kadar yayıldı. Şam'da Sünniler dahil herkes tedirgin: Ya bu silahlı gruplar şehirlere girerse…
Suriye'nin Sünnileri genel olarak ılımlıdır, sufizme yakındır, El Kaide ve radikal İslamcı ideolojiye uzaktır. Bu nedenle radikal silahlı grupların Alevilerden sonraki hedefinin laikler ve ardından ılımlılar olmak üzere Sünniler olacağına dair korku yerleşmeye başladı. Ki, 6-7 Mart'ta katledilen siviller arasında Sünniler de vardı, mezhebine göre insanları katleden gruplar insan avına çıktığında Alevi komşularını kurtaran çok sayıda Sünni de…
Lazkiye ve Tartus civarı önceki günlere göre şimdilik sakin ancak binlerce insan hâlâ evine dönmeye korkuyor, binlercesinin de dönecek bir evi yok artık. Sahilden bütün ülkeye dalga dalga yayılan korku da kolay dağılacak gibi değil. Herkesin orada bir akrabası, bir tanıdığı, bir dostu var en nihayetinde.
İnsanlar üç aydır sordukları sorulara cevap, çözülmesi elzem sorunlara çözüm istiyorlar artık, haklı olarak. Lazkiye ve Tartus'tan başlamak üzere herkes bir sonraki günün nasıl olacağını, gidişatın nereye evrileceğini anlamaya çalışıyor. Görünüşte nispeten sakin ancak alttan alta kaotik ve oldukça huzursuz bir hava hakim ülkeye demek yanlış olmaz. İnsanlar ekonomiyi falan unuttu, sadece ve sadece ülke içindeki on binlerce silahlı adamın ve onlarca silahlı grubun yarattığı karmaşanın ve terörün sona erdirilmesini istiyor.
Tam da bu süreçte Eş Şara ile Mazlum Abdi arasında alelacele bir anlaşma imzalandı. Aslında Şam-Kamışlı hattında uzlaşmanın sağlanması için epeydir girişimler, görüşmeler devam ediyordu. Hatta işin içine Ankara-Erbil-Amerika ve kısmen İran bile girmişti. Ancak sahildeki katliam Suriye'deki durumun, müzakerelere ayrılacak vakit bile kalmadığını kanlı bir şekilde ortaya koydu.
Sekiz maddelik anlaşmayı aslında bir prensip anlaşması olarak görmek gerekiyor çünkü SDG'nin Suriye ordusuna entegrasyonundan SDG'nin kontrolündeki bölgelerde bulunan idari yapıların, petrol yataklarının, sınır kapılarının durumuna kadar birçok meselenin nasıl çözüleceği hâlâ belirsiz. Anlaşmanın 8’inci maddesinde belirtilen komiteler, bütün bunları yıl sonuna kadar konuşup belirleyecek.
Elbette en çok konuşulan konu SDG’nin yeni Suriye ordusuna nasıl entegre edileceği meselesi. Malum Şam'daki geçiş dönemi yönetimi ‘SDG kendini lağvetsin’ diyordu, SDG ise ‘Hayır, bütün halinde orduya katılırız’ şartında ısrar ediyordu. Bu meselenin bile nasıl çözüleceği ya da çözüldüğüne dair fikir yokken imzalandı anlaşma. Altyapısı hazırlanmadan, arka planı konuşulmadan ve hatta genel çerçeve bile oluşturulmadan imzalar atıldı.
Çünkü, anlaşmayı zorunlu hale getiren tek faktör Alevilere yönelik katliam ve bu katliamın artık göz ardı edilemeyecek şekilde ortaya koyduğu gerçeklerdi.
Zaten herkes SDG’nin Suriye ordusuna nasıl entegre edileceğini tartışıyor diyoruz ya, ortada entegre edilecek bir Suriye ordusu yok şu anda. Suriye'de bir devlet yok, devletin adı bile belli değil hâlâ. Geçiş dönemi içinde tamamlanması gereken süreçler de oldukça ağır aksak ilerliyor.
Toparlayacak olursak;
- Suriye'de Esad yönetiminin düşüşü kimsenin beklemediği bir şekilde ve aniden oldu. Aralık başında o zaman adı HTŞ olan yapı İdlip'ten çıkmak ve alan genişletmek üzere hareket geçtiğinde Suriye ordusu daha İdlip-Halep kırsalında savaşı bıraktı. Ordu yorgundu, maaşlar 15 doların altına düşmüştü, subaylar açtı, yolsuzluk her yeri sarmıştı, insanlar yıllar süren savaşta cepheden cepheye dolaşırken birileri gözlerinin önünde zenginleşip güçlenirken bunca bedelin karşılığında hiçbir şey değişmiyordu. İnsanlar “Biz kimin için, ne için savaşıyoruz?” diye sorgulamaya başlamıştı bir süredir zaten ve kimsenin beklemediği şey oldu; savaşmayı bıraktı Suriye ordusu…
- HTŞ neredeyse kurşun atmadan Şam'a kadar geldiğinde elinde “Bir gün biz bu ülkeyi ele geçirirsek nasıl yöneteceğiz” diye yapılmış yarım sayfalık olsun hazırlığı yoktu.
- Geçiş dönemi, toplumsal uzlaşma, ön hazırlık: Aklınıza gelebilecek herhangi bir boşluk olmadan birkaç gün içinde her şey değişti.
- HTŞ ülkenin çoğunluğunu oluşturan Sünnilerin bile onayını almamıştı ve hâlâ alamadı. Ancak neredeyse 14 yıl süren savaş, harap bir ülke, belirsiz bir gelecek… İnsanlar “Bitsin de kim bitirirse bitirsin” noktasındaydı. Aynı durum bölge ülkeleri ve uluslararası toplum için de geçerliydi, hiç kimse artık Suriye kelimesini duymak istemiyordu, Suriye ile uğraşmak istemiyordu.
- İnsanlar yeni yönetime tam onay vermedi ama tepki de göstermedi, beklemeye geçtiler. Bu süreçte istedikleri iki şey vardı; can güvenliği ve ekonomi. Can güvenliği talebinin altında ülke içinde dağınık haldeki on binlerce silahlı adamın ve onlarca grubun kontrol edilmesi vardı öncelikle. Özellikle İdlip kırsalındaki Çeçen, Uygur, Özbek silahlı gruplar herkesin korkusuydu ki korkulan da oldu zaten. Bu yabancı cihatçıların sayısının kesin olmamakla birlikte 7-8 bin civarında olduğu söyleniyor. Bir de yıllarca HTŞ ile birlikte hareket eden ancak HTŞ'nin Şam'da ideolojisini terk ettiğini düşünen radikaller… Sayıları kesin olarak bilinmemekle birlikte 5 bin civarında olduğu söyleniyor. Bununla da bitmiyor tabi ki 14 yıllık savaşın bakiyesi; Türkiye'nin desteklediği gruplar içinde yer alan Hamza Tugayları, Ebu Amşa, Dara'daki Ebu Avde ve daha niceleri… Bu silahlı grupların siyasi kanatları da yok, ülkenin yeniden kurulmasına dair fikirleri ve hatta talepleri de… İstedikleri tek şey şu; savaş bitti, hakkımız olan gücü ve parayı, yani kısacası “pastadan payımızı” istiyoruz. Bu süreçte Eş Şara yönetimi yaklaşık 20 bin kişiden oluşan ve kemik kitlesi diyebileceğimiz adamla hem ordu hem polis gücü olmaya çalıştı. Sonrasında yeni ordunun kurulduğuna dair söylemlerle farklı silahlı grupları tek çatı altında toplamaya çalıştı ancak aslında ortada ordu falan yoktu, hâlâ da yok. Bu silahlı grupların da tek çatı altına girmek, hiyerarşik bir yapının parçası olmak hele de ülkeyi yeniden inşa etmek gibi dertleri yoktu, hâlâ da yok. Güvenlik konusunda Dürzilerden Alevilere, Kürtlerden ılımlı Sünnilere tanımadığı ve birlikte çalışmadığı hatta 3 ay öncesine kadar düşman sayılan kesimlerle iş birliği yapmaktan uzak duran Eş Şara yönetimi, sahadaki grupları da kontrol edemiyordu. 6-7 Mart katliamı tehlikenin boyutlarını ortaya koydu. Lazkiye ve Tartus'ta başlayan katliam bütün ülkede silahlı gruplar arası bir paylaşım savaşının ayak sesleri olarak kendini gösterdi.
İşte Eş Şara-Abdi anlaşması bu şartlarda ve tam anlamıyla alelacele geldi. Önümüzdeki günlerde muhtemelen Dürzileri ve Alevileri de içine alacak şekilde yeni bir güvenlik anlayışı şekillenmeye başlayacak ancak artık kapıya dayanan yeni tehlikenin bertaraf edilmesi hiç ama hiç kolay olmayacak gibi görünüyor.
Binlerce yabancı ve binlerce radikal ve on binlerce sadece güç/para peşinde silahlı adamın at koşturduğu Suriye sahasında güvenliğin sağlanması hem zaman istiyor hem de ciddi bir bütçe. -
Suriye'ye yönelik yaptırımlar sürerken, ekonomi hâlâ can çekişiyorken, insanlar birkaç ekmek alamayacak hale gelmişken, ortada hâlâ bir devlet yokken, yeni yönetim yeni devleti inşa edebilecek kadroyu bırakın, birkaç kişiyle işleri yürütmeye çalışıyorken yeni bir mücadele dönemi elbette herkesi korkutuyor!
Bu yazıda Suriye içindeki durumu bile çok ama çok yüzeysel bir şekilde aktarmaya çalıştım. İşin bir de bölgesel ve uluslararası boyutu var; İsrail Şam kapılarına dayandı, Türkiye Eş Şara-Abdi anlaşmasına karşı tetikte bekliyor, zaten Türkiye'nin desteklediği silahlı grupların da bu kaosun bir parçası olduğunu da unutmamak lazım!
Suriye'ye huzur hâlâ çok uzak!
Evrensel'i Takip Et