Suriye’deki kaos, katliam ve antlaşma

Fotoğraf: İzettin Kasım/AA
HTŞ’nin Şam’da iktidar mevzilerine yerleşmesini devrim olarak nitelendirenler her ne kadar istikrar üzerine laflar etseler de bu ülke ve bölge kaos ve katliamlara sahne olmaya devam ediyor. Suriye’de kaybedenler ve kazananlar oldu. Ancak güç çatışması devam ediyor ve yeni olaylar, yeni çatışmalar şaşırtıcı olmayacaktır. Nitekim Alevilere yönelik katliamlarla Colani-Abdi antlaşması, aynı dönemin iki farklı gelişmesi olabildi. Suriye’deki gelişmelerin tarafları çünkü yenileni-yenenleriyle aktif olmaya devam ediyorlar.
Erdoğan iktidarı 2011’den itibaren bölgedeki gelişmelerin en aktif güçlerinden biri oldu. ABD-Rusya rekabetinden de yararlanarak bölgedeki etkisini artırmaya girişti. Suriye “iç savaşı”na açıkça taraf oldu. Sadece adlarını süreç içinde değiştirme ihtiyacı duyan ve tümü de “tekbir” getirip kafa kesen geleneğin türevleri olan El Kaide menşeli Nusra-HTŞ çetelerini koruyup kollayıcı politikalar izlemedi. Maaşa bağladığı SMO çeteleri aracıyla savaşın fiili tarafı olurken HTŞ’nin en irisi olduğu selefi-cihatçı çetelerin İdlib başta olmak üzere çeşitli alanlardaki hazırlığına da koruma sağladı. Esad yönetiminin yıkılması ve Colani’nin başkanlık sarayına yerleşmesi Türk iktidarı tarafından zafer sayılıp devrim olarak nitelendirildi. Bölge ülkelerindeki ve Türkiye’deki selefi gruplar, İhvancı beslemeler, tekellerin irin havuzundan beslenen söz cambazları için ortak davaları başarıya ulaşmıştı. Ve kim ki HTŞ ve öteki çetelerin yönetimine karşı çıkarsa o istikrar-huzur düşmanı provokatör olacaktı!
Sadece HTŞ ve Colani herkesi, tüm “azınlıkları” itaate çağırmadı. Colani’yi bir günde teröristlikten yeni devlet liderliğine terfi ettiren tüm yağmacılar onunla ve çeteleriyle iş birliği içinde Suriye’nin yağmasından alacakları payı ve bölgedeki politikalarına dayanaklarını önceleyerek hareket ettiler. En önemli anlaşmazlık konularından biri de Suriye Kürtlerinin ilan ettikleri özerk yönetimin ve onun ABD desteğindeki ordusunun yeni yönetimle ilişkisinin nasıl olacağıydı. Bölgeye yönelik hesapları olan tüm güçler Kürtlerin durumuyla da yakından “ilgili” idiler ve Türkiye için “iç ve dış Kürtler” sorunu birbiriyle koparılamaz bağlara sahipti. Öcalan’ın çağrısı Erdoğan-Bahçeli yönetimi tarafından bu kapsam dahilinde ele alındı.
Bu tartışma sürerken, HTŞ ve ortağı çetelerin Suriye Alevilerine yönelik saldırıları katliam düzeyine ulaştı ve binlerce Alevinin katledildiği görüldü. AKP yöneticileri, Bahçeli ve Erdoğan, Fidan ve Çelik gibi isimlerin yanı sıra, kösele propagandacı takımı da Colani/El Şara yönetiminin yanında yer aldı. Alevilere yönelik katliamı “Esad artıklarının devrimci Suriye yönetimine karşı provokasyonu” söylemiyle aklamaya çalışırken savundukları HTŞ yönetimiydi. Suriye’deki etki gücünü kaybetme korkusuyla “mezhepçi provokasyon”dan söz edenler on yıllardır alenen mezhepçilik yapanlardı. “Suriye halkını etnik ve mezhebi kimlikler üzerinden çatıştırma ve istikrarını bozma gayreti”nden söz ederek İsrail ve İran gibi güçleri açıkça fail gösteren Türkiye yöneticileri, katliamcı çeteleri değil katledilenleri suçlayarak HTŞ’nin yanında mevzilendiler. Hakan Fidan, "Suriye'de yeni kurulan hükümete her yönüyle yardımcı olmak konusunda kararlılığımız var” dedi. Savundukları kendi mevzilenmeleriydi.
Katliam görüntülerinin yayıldığı günlerin bir diğer önemli gelişmesi, Mazlum Abdi ile El Colani’nin imzaladıkları anlaşma oldu. Bu anlaşmanın yapılacağına dair çeşitli ön açıklamalar olmakla birlikte selefi-cihatçı çetelerin kitlesel boyuta varan vahşeti ve katliamlarının söz konusu olduğu günlere denk gelmesi, Alevilerin yanı sıra ilerici-demokrat güçlerin saflarında da kendileri de zulme uğramış Kürtlere ve Kürt hareketine karşı kaygı ve kuşkuyla karışık duygulara neden oldu. HTŞ’nin sorumlu konumda olduğu Suriye’de Alevilere karşı girişilen katliamlara Kürtlerin daha etkin bir tepki göstermelerinin beklendiği ortamda Colani ile antlaşma imzalanması beklenmediğinden bu kaygı, zaten sürmekte olan bir tartışmayı da yeniden alevlendirdi.
Kuşkusuz gelişmeler tekdüze değildi ve olmayacaktır. Bu antlaşmanın çetelerin katliam politikalarına karşı bir engel işlevi görüp görememesi tarafların tutumuna bağlıdır. Suriye atış sahası olmaya devam ediyor. Kürtlerin, Alevilerin, Dürzilerin ve öteki tüm ‘azınlıklar’ın intikamcı politikalara hedef olmamaları, halkların birbirleriyle boğazlaşmasına yol açan çıkar politikalarının etkisiz kalması, eşit haklara dayanan demokratik bir yeni toplumsal yaşamın bizzat emekçilerin inisiyatifiyle inşa edilmesi, halkların yararına olacaktır. Halklar, emperyalistlerle sermaye devlet ve hükümetlerinin politikalarına kanmaksızın birbirleriyle kardeşleşmeyi seçmeli, birleşmeli ve kendilerinin kanı-canı üzerinden saltanatlarını sürdürenlerin yönetimlerinden kurtulmaya yönelmelidirler. Bunu başarmadıkları sürece onları bin türlü yalanla birbirine kırdıran güçler her zaman bulunur.
Evrensel'i Takip Et