15 Mart 2025

‘Şiddet tekeli’ erkeklerin mi, devletin mi?

Geçtiğimiz aylarda, silah tekelinin devlette olması gerektiği ezberi bıktırırcasına tekrarlandı. Gazete köşelerinden televizyon ekranlarına, modern hayatın bu temel gerçeği biz fanilere hatırlatıldı tekrar tekrar. Vesile olan, HTŞ’nin Suriye’de iktidarı ele geçirmesi ve bazı Kürt önderlerinin silah bırakma kararı. Rojava’da ezberi bozan bir deneyim yaşanmıştı. Şimdi bu paranteze alınıyor ve “normal”e dönüyoruz. Ya da ana akım kanallardaki görünüş bu.

Oysa sokaktaki gerçeklik başka. Daha doğrusu, vaziyet “devlet”ten ne kastettiğinize bağlı. Geçtiğimiz yıl, eşler, sevgililer, eski eşler, ve diğerleri 400’e yakın kadın öldürüldü. Üstelik bu sadece bilinen rakam. Kimbilir kaç insanımızı daha erkek egemen vahşete kurban verdik.

Bu katillerin sırtında devletin üniforması mı vardı? Hayır. Devlet bunları, şiddet tekelini ihlal ettikleri için “terörist” mi ilan etti? Hayır. Uyguladıkları şiddetin gayrimeşru mu olduğunu söyledi? Hayır.

Tam tersine. 8 Mart gösterilerinde bu şiddeti protesto eden kadınları, şiddetle cezalandırdı.

Çünkü meşru şiddetin tekeli, devlette değil, toplumun hakim kesimlerinde: Erkekler, (iş cinayetleri için açık çeki olan) sermayedarlar, Türk-Sünniler. Bu gruplardan bazılarına dahilseniz ama diğerlerine değilseniz, siz de meşru şiddetin kurbanı olabilirsiniz her an.

Devletin tekelinde olan, hangi kesimlerin hakim olduğuna karar verme yetkisi.

Amerika Birleşik Devletleri bunun en çarpıcı örneklerinden. Toplumun ciddi bir kesimi silahlı. Bu silahlanma devletin bilgisi dahilinde. Var olan yasaların dışına çıkıldığında bile devlet çoğunlukla müsamaha gösteriyor. “İstisnai” Amerikan kültürüyle açıklıyorlar bunu da. Ancak siyahlar silahlanınca bu toplumun çoğunluğunca da, devletçe de kabul görmüyor. Suç ilan ediliyor. Silahlar -yasal olan ve olmayan yöntemlerle- ellerinden alınıyor.

Aslında bahsettiğim yetki bile kısmi bir tekel altında. Hem var olan tahakküm ilişkilerini kabul etmeyenlerin direnişlerinden, hem de devletin kendi iç işleyişindeki ve hakim kesimlerle ilişkilerindeki çok katmanlılıktan dolayı, bu tekel dahi sık sık kırılıyor. Örneğin, Amerikan devleti de, Türk devleti de sözde meşru görmediği grupları ya da kesimleri silahlandırıyor arada. Sonra da bu odaklarla başı belaya girebiliyor. Oyunun parçası bu.

Peki kadınlara karşı şiddet neden bu kadar ön planda? Bunun hem küresel, hem ulusal sebepleri var. 1950’lerden itibaren ardı ardına kadın kurtuluşu dalgaları baş gösterdi dünyada. Erkeklerin birçok ayrıcalığı ellerinden alındı. Bunların yerine başka bir şey konulabilirdi ama, çoğunlukla konmadı. Hatta, erkeklerin çok büyük bir kısmı başka haklarını da kaybetmeye başladılar. Küresel sermaye ve hizmetindeki devletler, 20. yüzyılda bazı toplumlara verdikleri tavizleri teker teker geri almaya başlamıştı.

Elinde ne ekmeği, ne sendikası, ne partisi kalan birçok erkeğin son bir sığınağı vardı. Aile. Kendi kontrolündeki kadına istediği gibi davranma hakkı. Gerektiğinde, ve gayriresmi olarak çizilen bazı sınırlar içinde, o kadını öldürme hakkı. Ya da en azından, bu hakkı vadeden yeni partiler.

Şimdi Türkiye’ye gelelim. Evet, bu değişimler dünya çapında yaşandı ama, Türkiye’yi özel kılan, tüm bunları çok iyi okuyan bir partinin doğuşu oldu. Kemalist ve neoliberal hegemonyaların sınırlarına çarpa çarpa olgunlaşan İslamcı hareket, birçok devrimci ve karşı devrimci geleneği birleştirdi. Antielitist söylemlerin, tekniklerin ve kadroların enerjisini, erkeklerin -ve onların hamiliğinden ve bazı ayrıcalıklarından memnun olan kadınların- panikleriyle harmanladı. Gücünü buradan alıyor.

Bunun Hindistan ve Macaristan gibi birkaç örneği daha var. Yalnız değiliz yani. Amerika ve Brezilya gibi ülkelerde de antifeminist karşı devrim yaşanıyor ama, henüz bunu devrimci yöntemlerle birleştirebilecek bir parti yeşermiş değil.

Barıştan yanayız. Silahların susmasını istiyoruz, tereddütsüz destekliyoruz. Ancak kadın cinayetleri olsun, Suriye’deki mezhep katliamları olsun, tahakküm ilişkileri devam ettikçe şiddetin baki olacağını hatırlatıyor bize.

Ve bu şiddete bir de meşruiyet kılıfı giydirip tekellerine almaya kalkışanlar, yani devletler, insanlık için en büyük tehdit. Hamas ya da el-Kaide gibi kendilerine başkaldırıp binlerce insanı öldüren tekel kırıcıları cezalandırırken, onlarla birlikte milyonlarca sivile de kıymaya devam edecekler.

Kürt hareketi bu “normal” tekelin dışında bir varoluş önermişti. Bugün bu iddianın rafa kalkması, huzurlu günlerin bizi beklediği anlamına gelmiyor.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

OVP masada

OVP masada

Kamu, metal ve liman başta olmak üzere toplu sözleşme ve zam sürecindeki yüz binlerce işçiye orta vadeli programda yer alan düşük zam dayatılıyor. Patron, iktidar ve sendikal bürokrasi eliyle işçilere kabulettirilmek istenen bu zehirli programa karşı işçiler, birleşmek ve insanca yaşanacak ücret talebini kazanmak için yol arıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
İSİG Meclisi: 2024'te 71 çocuk çalışma koşullarının kurbanı oldu.

Evrensel'i Takip Et