Patriyarkal-kapitalist sistemin mekânsallaştığı sokaklarda 8 Mart’ın özgürleştiriciliği

Resim: Pelin Kaydan
Geçen haftanın 8 Mart yürüyüşünün yankıları çoğumuzda, çok ilde sürüyor. Sadece katılımcı kadınlar, feministler, LGBTİ+’lar, kuirler… değil. 23. 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü çağrısını yapan, süreci özenle örgütleyen ve gecenin sonunda gözaltına alınanlarda da…
Önce gece yürüyüşünden söz etmek istiyorum. Güvenlik güçleri tarafından her taraftan sarılan sokaklarda akın akın, neşeyle yürüyenler, karşılaştıkları her etten/kasktan duvarda kendilerince yol bulmaya çalışıyorlardı. Ve her tıkanıklıkta birbirlerine bilgi aktarıp, kimseyi geride bırakmama özeniyle, hemen yeni bir “bizim grup” kuruluyordu. Başlığa da taşıdığım gibi, ortamda müthiş bir özgürleştirici duygu seli, hızla bulaşan ışıl ışıl bir neşe ve et ete kalabalığa rağmen birbirini kollayan bir nezaket vardı.
Sokaklarda internet yavaşlatılmıştı, hatta neredeyse online erişim durmuştu (tıpkı deprem sürecinde olduğu gibi!). Etraftaki binaların camlarından el sallayanlar, sloganlara eşlik edenler, dövizleri paylaşanlar, görsel kayıt alanlar, dans edenler, halay çekenler, şarkı söyleyenler ve “Dünya yerinden oynar, kadınlar özgür olsa”, “Jin, Jîyan, Azadî (Kadın, Yaşam, Özgürlük)” sloganları eşliğinde Türkçe, Kürtçe ve Arapça üç dilde okunan açıklama… Velhasıl ortam rengarenkti.
8 Mart gecesi, yakınlarda denk düştüğüm “The Power” isimli feminist-distopik-bilim kurgu dizisini hatırladım. Naomi Alderman’ın Türkçe de yayımlanan “Güç” isimli romanından uyarlanan dizide, kız çocukları yakıcı, hatta öldürücü etkileri olan elektrik verme gücü kazanır. Bu güç İngiltere, Amerika, Afrika, Orta Doğu’da yaygınlaşırken, gücün, kızların köprücük kemiğindeki bir evrimleşmeyle vuku bulduğu ortaya çıkar. Üstelik bu güç zamanla kızlardan, daha çok yaş almış kadınlara da yayılır. O gece böyle fantastik enerjilere gerek kalmadan güç yayılımı olabileceğini gösteriyordu.
Oysaki Beyoğlu Kaymakamlığı 7 Mart 2025 tarihinde bir basın açıklaması yaparak, 8 Mart 2025 günü saat 19.30 için yapılan çağrıları, kamu düzeni ve toplumsal barışı bozabilecek eylemlere sebebiyet verebileceği gerekçesiyle yasakladığını duyurmuştu. Yasak kapsamında, çağrı yapılan meydan, cadde ve sokakların kapatılacağını da eklemişti.
Öte yandan 8 Mart günü, Beyoğlu Kaymakamlığı sosyal medya hesabından; Kaymakamın eşiyle, “Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle” kadın personele ve ziyarete gelenlere karanfil takdim ettiğinin görselini de paylaşmıştı.
Yani devlet/erk makbul kadınlara onay veriyor, kalanına engel koyuyordu. Makbulü belirleyen güce karşı irade gösteren geceye geri dönelim.
Başlıkta sistemi patriyarkal-kapitalist olarak ifade ettim. Ancak bu ifade politik olarak yetersiz. Kapitalist sistemin diğer kurucu dinamiklerini de eklemek gerekir; sömürgecilik, yıkıcı-yaratıcı modernite, etnik ayrımcılık, türcülük, sınıfsal tabakalanma…
Sisteme karşı çıkış; bu dinamiklere karşı olduğu oranda ortak, gündelik hayata sirayet ettiği kadar da bütünleşik/kesişimsel/transversal...
Sokaklar, meydanlar bizimse, sokaktaki hayvan da, kadın da, feminist de, LGBTİ+ birey de, işçi de, emekçi de, türlü etnik kimlik de… yaşam hakkını savunmaktan, özgür bir yaşamı inşa etmeye, bunun için bedenleri-toplumsalı-kamusal alanları özgürleştirmeye arzu duyuyor demek. İşte o yaşam arzusu, o arzuyu taşıyan bedenleri, canları, sokaklarda akın akın yanyana getiriyor, yasaklara rağmen neşeyle örgütlüyor…
Bu yıl da geçen yıllarda olduğu gibi, 8 Mart’ın neye karşılık geldiğine dair tartışmalar oldu; “Dünya Kadın Günü”, “emekçi kadın günü” vd. Yine feminist ve LGBTİ+ mücadelesinin işçi/emekçi mücadelesini zayıflattığı/böldüğü, bu hareketlerin reformist olduğu veya proleter devrimi önemsemediği gibi fikirler söylenegeldi.
Bunlara kısaca Spinozacı bir yerden şunu diyebilirim; bir güç, diğer bir güç ile yan yana değil de karşı karşıya geliyorsa, demek ki güçlerin politik ortak mefhumlarında upuygun olmama hali var. Sınıfsal olanı ya da örgütlenmeyi/mücadeleyi teorize etme biçimi veya toplumsal sahayı üstencilikle okuma hali, bu tür fikirlerin bazı kişi/oluşumlarda daha da süreceğine işaret. Bu meseleyi şimdilik burada bırakıp, 8 Mart sokaklarının mekânsallığına döneceğim.
Kapitalizmin mekânsallaştığı ortak alanlar, sokaklar, meydanlar aynı zamanda devrimci hareketlerin mekânıdır da. Lefebvre kente bakarken, devrimci değişimin faili olarak işçi sınıfını addederken, salt fabrika işçilerini değil, kentsel işçileri/emekçileri de ima eder. Harvey’in “Asi Şehirler” kitabının girişindeki “Henri Lefebvre’in Vizyonu” bölümündeki yorumuyla; (Lefebvre’in) “…daha sonraları tespit ettiği üzere, bu çok farklı bir sınıfsal oluşumdur, parçalı ve bölünmüş, amaç ve ihtiyaçları bakımından çoklu, genelde seyyar, iyice kök salmış değil de düzensiz ve akışkan”.
Harvey şöyle devam eder; (Lefebvre'e göre) “…kent hakkının nasıl tanımlanacağı başlı başına bir mücadele konusudur ve söz konusu hakkı yaşama geçirme mücadelesi ile el ele ilerlemelidir. Çığırından çıkmış bir halde küreselleşen, kentleşen sermayenin tiksinti verici karmaşası içinden bambaşka bir şehri tahayyül ve inşa etmektir. Bunun gerçekleşmesi ise, gündelik şehir yaşamına odaklanan güçlü bir antikapitalist hareketin yaratılmasına bağlıdır”.
Kentsel-toplumsal hareketler de, aynı feminist, LGBT+ hareketleri gibi, çoğu defa, reformist bulunur, ne devrimci ne de gerçek anlamda sınıf hareketi sıfatını alamaz ve arka planı atılır. Oysaki canı yanan, yerli-yurtlulaş(a)mayan, tabandan türeyen bu hareketler, yaşamsal kurucu birer çığlıktır.
8 Mart yürüyüşüne İstanbul’da katıldım. 12 Mart günü yürüyüş sonrasında yaşanan hak ihlallerine dair bir basın açıklaması yapıldı. Açıklama “8MartYuruyus” isimli X ve “Feministgeceyuruyusu” isimli Instagram hesaplarında yer alıyor ve şöyle bitiyor;
“…Çünkü biz hayatı istiyoruz! Yaşasın feminist mücadelemiz!”.
Bu yazının görselinde yer alan harikulade Pelin Kaydan çizimi patriyarkal-kapitalist mücadeleye armağan olsun…
Evrensel'i Takip Et