‘Barış süreci’nin çatlak zemini

Bu yazı, KESK tarafından İstanbul’da düzenlenen III. Barış Konferansında, 15 Mart 2025 tarihinde yaptığım “Barışın çatlak zemini ve güncel sınırları” başlıklı konuşmanın ilk bölümünün özetidir. Özetin devamı gelecek hafta “Barış süreci’nin güncel sınırları” başlığı altında yayımlanacaktır.  

* * *

Öncelikle belirtmeliyim ki ‘barış’ın yakıcı bir biçimde gerekli ve onurlu bir arayış olduğu ve sonuna kadar yanında olmamız gerektiği kanaatindeyim.

KESK tarafından düzenlenen barış konferanslarının ilki 2015’te, sürmekte olan ilk çözüm sürecinin iyimser günlerinde düzenlenmişti. İkinci Barış Konferansı 2019’un çalkantılı ve karanlık atmosferi içinde toplandı. Bugün İsrail’in Gazze’de dur durak bilmeyen soykırımı, Suriye’de rejim değişikliği ve Alevilerin yaşadığı katliam, yeni bir çözüm süreci ve ona eşlik eden sonu gelmeyecek gibi görünen tutuklamalar, kayyım atamaları ve baskılar ortasında Üçüncü Barış Konferansı toplandı.

Türkiye’de barış arayışını etkileyen/belirleyen toplumsal, ekonomik ve siyasal koşullar nelerdir? Barışın zemini çatlatan fay hatları hangileridir? Siyasal gündem ve mekanizmalar barış karşıtı eğilimleri nasıl besliyor? soruları üzerinde düşünür, yazar veya konuşurken, el sıkışmaları ve randevu taleplerine verilen cevaplardan anlam çıkarmaya çalıştığımız bu zorlu dönemde, Nicos Poulantzas’ın “Siyasal faaliyetin yalnızca pratik olarak tanımlanamayacağı, üstyapı kurumlarının dikkate alınması” gerektiği şeklindeki uyarısını akıldan çıkarmamak gerekiyor.

Bu kapsamda, ‘barış süreci’nin gelişimini negatif yönde etkileyen uzun döneme yayılmış faktörleri, bir başka deyişle zemini çatlatan ‘fay hatları’nı, aşağıdaki gibi sıralamak mümkün:

  1. Erdoğan’ın üçüncü başbakanlık döneminden itibaren gündemimize giren ‘siyasetin kişiselleştirilmesi.’ Tek adam rejiminin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile zirveye çıkışı.
  2. 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen darbe girişimi ardından ilan edilen olağanüstü halin ve Anayasa’nın askıya alınışının KHK kıyımları ile kalıcılaştırılması. 2017 referandumuyla Cumhurbaşkanlığı makamının ‘denetimsiz bir başkanlık’ modeline dönüşü.
  3. Hukuk alanının eşi az görülen bir biçimde siyasallaştırılması. Erdoğan rejiminin derin yoksulluk ortamında iyice zayıflayan siyasal meşruiyet krizini, giderek artan baskı ve otoriter uygulamalarla çözme yoluna gidişi.
  4. Toplumsal kutuplaşmanın aşırı derecede artışı. Muhaliflerin ve iktidar kalıbına sığmayan yaşam tarzlarının dışlanması ve ötekileştirilmesi. Barış çabalarına zemin olacak kolektif aidiyet ve ortak yaşam algısının yara alması.
  5. Kamu kaynaklarının iktidarın siyasal hedeflerine uygun olarak ve destek almayı garantileyecek şekilde dağıtılması ve idealler yerine siyasetin merkezine kişisel çıkar arayışının oturması.
  6. Demokratik kurumların biçimsel olarak işletilip görüntünün kurtarılması. Parlamentonun bir bütün olarak işlevsizleştirilmesi. Muhalefet etmenin yıkıcı bir itiraz olarak tanımlanması.
  7. Söylemde tam aksi iddia edilmesine rağmen bürokratik-otoriter bir devlet işleyişi. Kamu çalışanlarının parti gönüllüsü gibi davranması.
  8. Siyasal ve ekonomik tekelleşmeye paralel bir toplumsal yarılma durumu. Bu durumdan “öteki”lerin sorumlu tutulması. Ayrımcılığın kültürel politikalar ile desteklenmesi.
  9. Kürt meselesinin ülke kamuoyuna sunuluş biçiminden doğan nefret söyleminin yaygınlığı. Kürt halkının sosyal ve siyasal olarak ötekileştirilmesi ve ortak yaşam irademizin zayıflatılması.
  10. Abdullah Öcalan’ın bu süreci yürütürken içinde bulunduğu kısıtlı koşullar.

* * * 

Sıralanan fay hatları barış arayışını negatif yönde etkiliyor: Çıkara dayalı düşünme biçimi gelişiyor, rasyonel düşünce ortadan kalkıyor, siyasal temsilin özgürlükçü ve yol açıcı imkanları baskılanıyor, kurumların içi boşaltılıyor, sivil toplumun gelişimi engelleniyor, siyasetçi ve yurttaş arasındaki ilişki bozuluyor, öngörülemezlik kalıcı bir hale geliyor, şiddet olağanlaşıyor, dayatılmış bir “mümkün”ün hegemonyası her yanı sarıyor.

Barış hedefine kaynaklık etmesi umulan duygusal tepkiler bu koşulların baskısı altında şekilleniyor. Alman Siyaset Sosyoloğu Reiner Keller’in toplumsal yaşamda bireyin rolünü tanımlamak için önerdiği; a) Gözlemleyen ve yargılayan özne, b) Rehberlik edilmiş ve biat ettirilmiş özne, c) Kendi kaderini tayin edenler şeklindeki kategorik ayrımlar içinde biat ettirilmişlerin sayısı, yukarda sıralanan fay hatlarının etkisi altında artıyor. Bilgi eksikliği içindeki, kaygılı, hiddetli, güvensiz ve umutsuz bireyin barışa olan inancı azaldığı gibi, bu umudu yitirmemiş olanları da komplo teorileri içinde değerlendirebiliyor.

* * *

Gelecek yazıda, konuşmamın diğer bölümüne ilişkin bir özeti ‘barış süreci’nin güncel sınırları’ başlığı altında okuyacaksınız.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Ülkede 10 milyon kişi 25 bin liranın altında, açlık sınırı civarında bir ücretle çalışıyor.

65 yaş üstü nüfusun yüzde 13’ü geçinebilmek için, inşaat gibi ağır işler de dahil, çalışıyor.

Aile Bakanlığı verilerine göre 3 milyon 690 bin aile sosyal yardımla geçiniyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
MEB’in tarikatlardan sonra Ülkü Ocaklarıyla protokol imzalamasının ardından Ülkü Ocaklarının okullarda düzenlediği etkinliklerin propaganda ve eleman kazanmaya dönüştüğü iddiaları gündeme geldi

Evrensel'i Takip Et