Trump, Avrupa ve Türkiye…

Görsel: Pixabay
“Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur” denir. Özdeyiş deneylerden süzülüp gelmiştir. Sürekliliği, daha genel anlamda tarihselliği belirtir.
Şimdiki Trump’ın ikinci başkanlık dönemi. Orada, henüz Türkiye gibi, üçüncü ve tasarlanan anayasa değişikliğiyle kotarılması öngörülen dördüncü kez başkanlık seçimine katılma ve başkan olma “aşaması”na gelinmedi. Tek istisnası, 1933’te başladığı başkanlığa, II. Dünya Savaşı döneminde yeniden seçildiği dördüncüsünü sürdürürken 1945’te ölümüyle veda eden Franklin Delano Roosevelt’tir.
Trump, dört yıl aradan sonra başlayan ikinci döneminde, birincisinde yapmaya başladıklarını sürdürüyor.
“America first” (“önce Amerika”) Trump’ın başlıca sloganı. Amerikan tekellerinin (şüphesiz öncelikle enerji, yüksek teknoloji, emlak-inşaat yatırımları ağırlıklı olanlar gibi belirli tekellerin) çıkarlarını önceleyen, tabii ki emperyalist nitelikli bir Amerikan milliyetçiliğini ifade ediyor.
Bu milliyetçilik, belli başlı olarak; küreselcilik ya da neoliberalizmle çelişiyor görüntüsü veren korumacı önlemlerle ABD’nin müttefiklerine koruma sağlama adına silahlanma ve savaş harcamalarının ana üstlenicisi olmasını sona erdirme tutumlarında beliriyor.
Trump, başlıca rakibi Çin ve müttefikleri bile olsalar Kanada ve Avrupalı emperyalistler örneklerinde olduğu gibi aynı zamanda rekabet halinde de olduğu rakiplerinden yapılan ithalata yüzde 25 gümrük vergisi koydu. İlk döneminde olduğu gibi, bunu, başlıca çelik ve alüminyum ithalatında başlattı. Çin hiç zaman kaybetmeden Amerikan ürünlerine koyduğu benzer oranlı gümrük vergileriyle yanıtlarken, AB, 1 Nisan’da başlamak üzere 8 milyar avroluk Amerikan ürününe aynı oranda vergi koymayı kararlaştırdı.
Ancak Trump el yükselterek karşı tehditte bulundu. Bunu Kanada’ya karşı yaptığı gibi. AB’ye karşı da yineledi. AB örneğin ABD’de üretilen viskiye yüzde 50 gümrük vergisi koyma kararı alınca, Trump, “Eğer müzakereyi kabul etmezse…” diyerek İran’a, “Eğer rehineleri salıvermezlerse…” diyerek HAMAS’a yönelttiği tehditlerin bir benzeriyle AB’yi hedef aldı: “Bu tarife derhal kaldırılmazsa ABD, kısa bir süre içinde Fransa ve diğer AB ülkelerinden gelen tüm şarap, şampanya ve alkollü ürünlere yüzde 200 tarife uygulayacaktır. Bu, ABD’deki şarap ve şampanya işletmeleri için harika olacak.” Avrupalılar yeterince büyük emperyalistler olsalar da, tehdit ve dayatma, Trump’ın temel yöntemlerinden biriydi!
Korumacılık, gümrükleri yükseltmek kuşkusuz küreselleşme adı takılan emperyalizmin uluslararasılaşma eğilimiyle çelişir, ama onunla birlikte ve yan yana bulunur. Kapitalizm, emperyalizm döneminde ikincisi ağırlık kazanıp öne çıksa bile, ulusal ve uluslararası eğilimlerinin birliğidir. Artık yatırım ve üretimleriyle hiçbir tekel belirli bir pazar içine kapanık değildir, ama tümü de belirli bir pazar üzerinde merkezileşmiştir ve onu mekan tutan emperyalist devletin olanaklarını da kullanarak dünyanın paylaşımından aslan payını kapmak için rakipleriyle dalaşır. Şimdi Trump bu dalaşı biraz da abartılı haliyle bir üst perdeden yürütmektedir.
Trump, başlıca rakibi Çin ve onunla el ele vermiş Rusya’yla karşı karşıya mevzilenirken, Biden’ın ABD’nin ittifakını pekiştirerek Avrupalı emperyalistleri yanına çekme taktiğini değiştirme çabasında. Bunu ilk döneminde başlatmış, Putin’le görüşmeler yoluyla Rusya’yı Çin’den uzaklaştırmaya yönelmişti. Biden’la ABD’nin bizzat tahrik ettiği ve tarafı olduğu Ukrayna savaşı Avrupalılarla ABD’yi aynı cephede buluşturmuş ve özellikle Almanya kuzey akım enerji hattından Rusya’dan ucuz enerji almayı durdurarak bu yakınlaşmanın en büyük bedelini ödeyen taraf olmuştu.
Şimdi Trump yeniden ve gümrük vergilerini yükseltmekle yetinmeyerek ve NATO’da cisimleşen Kuzey Atlantik ittifakını fazla önemsemiyor görünerek ABD’nin Avrupalılarla ilişkilerini soğutuyor.
İlkin Trump, yeniden ve katkılarını artırmalarına rağmen Avrupalı müttefiklerinin NATO’ya katkı payları sorununa vurgu yapar oldu. ABD, Avrupalıları korumak için elini kendi cebine atamaz, onları bedavaya koruyamazdı.
İkincisi, Avrupa’nın iç işlerine açıktan karışma oldu. Önce Trump yönetiminde görev üstlenen Elon Musk X’ten destek verdiği AfD’nin kampanyasına bağlanarak bir konuşma yaptı. Ardından, Başkan Yardımcısı Vance Almanya seçimlerine 10 gün kala Avrupa liderlerini açıkça “Kıtadaki aşırı sağ partilerin tecridine son vermeye” çağırdı.
Üçüncüsü daha da vahimdi ve Trump, Avrupalı ortaklarına tek kelime sormadan, Zelenskiy’yi düpedüz aşağılayarak Ukrayna barış girişimini başlattı. Oysa Rusya-Ukrayna savaşı Avrupa’ya çok pahalıya patlamış, ekonomik olanaklarını daraltırken, onları Rusya ile karşı karşıya getirmişti ve şimdi ABD onları ortada bırakmaktaydı!
ABD “Nükleer caydırıcılık ahdine bağlılığını” açıklamaktaydı, ama bir kez Trump’la ilişkilerinde “güven sorunu” yaşamaya başlayan Avrupalı emperyalistler Amerikan “nükleer şemsiyesi”nin güvenilir olup olmadığını Trump Rusya’yla barış lafını ettiği gün sorgulamaya başladılar.
Trump’ın ilk döneminde Merkel’in tepkisi “Avrupa ordusu”nun kuruluşunu başlatmak olmuştu, şimdi buna hız verilirken, Trump’ın Rusya’yla yumuşamaya yönelmesinin ardından yeni Alman Şansölye Adayı Merz “İngilizler ve Fransızlarla, yani iki Avrupa nükleer gücüyle, nükleer paylaşım veya en azından nükleer güvenliklerinin bizim için de geçerli olup olmadığı konusunda görüşmeler yapmamız gerekiyor” açıklamasıyla Avrupa’nın “Kendi yağıyla kavrulma” dönemine adım atmasının sinyalini verdi. Macron yanıt olarak hemen “Avrupalı müttefiklerin nükleer caydırıcılığı yoluyla korunmasına ilişkin stratejik tartışmayı açtığı”nı açıkladı.
Beraberinde, Londra’daki son AB liderler zirvesinde, “Rearm Europe” (“Avrupa’nın yeniden silahlanması” adıyla başlatılan 800 milyar avroluk silahlanma kampanyası geldi. Avrupa’nın ABD’ye en yakın duran ülkesi Polonya Başbakanı Tusk bile “Avrupa küresel bir güç olduğu inancından yoksun” diyerek, “Avrupa’yı kendi güvenliği için daha fazla sorumluluk almaya” çağırdı. Geçtiğimiz günlerde Ankara’da AB Konseyi dönem başkanı sıfatıyla Erdoğan’la görüşen Tusk Türkiye’nin AB açısından önemine vurgu yaparken, Erdoğan Polonya-Türkiye ilişkilerini çok yönlü olarak geliştirmenin yanında Avrupa’nın Fransa ve Almanya gibi büyüklerine beklentisini ilettiği mesajını gönderdi: “AB güç ve irtifa kaybının önüne geçmek, hatta tersine çevirmek istiyorsa bunu ancak Türkiye’nin tam üyeliğiyle başarabilir.”
AKP ve Erdoğan çoktandır AB üyeliğini unutmuştu, şimdi yeniden eline fırsat geçtiğini görüyor. Dara düşen Avrupa, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi Kopenhag kriterlerinin önceliklerini bu aralar görmezden gelebilirdi.
Bundan kuşku duyulamaz. Sol liberaller nasıl düşünürse düşünsün, emperyalistler açısından demokrasi ve özgürlükler türü kavramlar, tıpkı bağımsızlık gibi, dolar ve avroyla trampa edilir türdendir. İşlerine geleni kitabına uydurmakta üstlerine yoktur. Belki bazı aşırılıkların törpülenmesini demokratlığın ölçütü olarak gösterip Filistin soykırımında yine Kopenhag kriterlerinden olan insan haklarını ayaklarının altında çiğnemelerine benzer tutumlar geliştirmelerinin önünde engel yoktur. Avrupa ülkelerinde demokrasinin hızla güdükleşmesi göstergedir.
Evrensel'i Takip Et