Suriye’nin geleceğini kimler mayınlıyor?

Fotoğraf: Mustafa Kamacı/TCCB
Suriye’de HTŞ yönetimi ile SDG (Suriye Demokratik Güçleri) arasında yapılan ön/çerçeve anlaşmasının hemen ardından HTŞ’nin bu anlaşmayı uygulamasına dair şüpheleri haklı çıkaran gelişmeler yaşandı. Bu şüpheleri haklı çıkaran ilk gelişme; Dışişleri Bakanı Fidan, Milli Savunma Bakanı Güler ve MİT Başkanı Kalın’ın geçici yönetimin başı Colani’yi ziyaret etmeleri oldu.
Çünkü Fidan, ziyaretle ilgili açıklamasında Colani ile görüşmede SDG ile yapılan anlaşmasının üzerinden geçtiklerini ve anlaşmada “mayınla alanların bulunduğu”nu söyleyerek ziyaretin asıl amacının anlaşma sonrası kontrol dışı gelişmelerin yaşanmasını engellemek olduğunu ortaya koydu. Bu görüşmeden sonra da bu kez Colani’yi 5 yıl boyunca ülkenin tek hakimi yapan ve halkların demokratik taleplerini görmezden gelen “geçici” anayasa metninin onaylandığı haberi geldi. Sadece SDG değil, Durzîler ve Süryaniler de Suriye’de 5 yıl boyunca HTŞ-Colani diktatörlüğünü onaylayan bu geçici anayasayı kabul etmeyeceklerini ilan ettiler. Öte yandan her ne kadar gündemden düşmüş gibi görünse de Suriye’nin batısındaki sahil kentlerinde Alevi halka yönelik mezhepçi saldırı ve katliamların da devam ettiği haberleri geliyor. Bütün bu gelişmeler, tam da Fidan’ın dediği gibi Suriye’nin siyasi geleceğinde mayınlı alanlar yaratıyor.
Peki, Suriye’nin siyasi geleceğini kimler ve nasıl mayınlıyor?
Öncelikle HTŞ yönetimi ve SDG arasındaki anlaşmanın hemen ardından Erdoğan iktidarının Suriye’yi iki bakan ve MİT başkanından oluşan bir heyetle ziyaret etme ihtiyacını hissetmesi, bu anlaşmanın ABD arabuluculuğu ve garantörlüğü altında gerçekleştiğini ve Türkiye’nin bu anlaşmaya dair kaygılarının olduğunu anlamaya yetiyor.
Ülkenin batısında Alevi halka yönelik katliamlar ve bu katliamlara karşı yükselen tepkiler nedeniyle Colani’nin ciddi bir sıkışmışlık yaşadığı bir dönemde ABD emperyalizmi, bu anlaşmanın imzalanmasına ön ayak olarak deyim yerindeyse Colani’ye can simidi oldu. Ancak bu durum aynı zamanda Colani’ye SDG ve Kürtler konusunda Türkiye’nin istemeyeceği bazı tavizler verdirmek bakımından da kullanışlı bir pozisyon yarattı.
ABD cephesinden yapılan açıklamalar, “Suriye’nin kuzeydoğusundaki bütün askeri ve sivil kurumların merkezi devlet yönetimine entegrasyonu” maddesiyle, özellikle SDG’nin Suriye ordusuna düzenli birlikler halinde katılmasının amaçlandığını gösteriyor. Erdoğan iktidarının önüne geçmeye çalıştığı ve “mayınlı alanlar” olarak ilan ettiği yer tam da burasıdır. ABD, bu anlaşmayla Türkiye’deki Erdoğan iktidarının SDG üzerindeki baskısını sınırlayarak hem SDG ve hem de Türkiye ile işbirliğini sürdürmek istiyor. Nitekim SDG Sözcüsü Ferhad Şami de bir ‘ön anlaşma’ olarak tanımladığı bu anlaşmanın ABD arabuluculuğunda yapıldığını ve Türkiye’nin olası müdahalesinin önüne geçmeyi amaçladığını söylemişti. Erdoğan iktidarının ise, SDG’nin Suriye ordusuna düzenli birlikler halinde katılmasını hem ülke içinde Kürt sorununda yürütülen sürecin kontrolü ve hem de bölgedeki pozisyonu bakımından riskli bulduğu ve bu nedenle önüne geçmeye çalıştığı biliniyor.
İşte Fidan, Güler ve Kalın’ın Şam ziyareti bu anlaşma üzerinden Türkiye’ye rağmen adımların atılmasının önüne geçilmesini amaçlıyor. Fidan, Suriye ziyareti sonrasında “Yeni Suriye yönetiminin YPG işgaline ve korsanlığına son verecek inisiyatifi ele alması gerekiyor” açıklamasını yaparak HTŞ üzerinde SDG’ye ve Rojava’daki özerk yönetime taviz verilmemesi konusunda baskı kurmaya çalışıyor. Öte yandan Fidan, “Suriye Kürtlerine haklarının verilmesi gerektiği”ni söylemekten de geri durmuyor! Fidan’a göre fiili bir dikta rejimi kuran HTŞ ve Colani değil, Rojava’da halkların ortak iradesiyle seçilmiş meclis ve yönetim ‘korsan’ oluyor. Erdoğan iktidarının belediyelere kayyımlar atayıp seçilmiş milletvekillerini de cezaevlerine koyduktan sonra seçme ve seçilme hakkına saygıdan söz etmesi ne kadar inandırıcıysa Fidan’ın Suriye Kürtlerine haklarının verilmesi söylemi de o kadar inandırıcıdır.
Fidan, ayrıca Alevi katliamını “Nusayri kesimin provoke edilmesine yönelik bir proje” olarak tanımlayarak cihatçı katilleri değil, katledilen sivil halkı suçluyor. Zaten Fidan, Güler ve Kalın’ın ziyareti de katliamın sürdüğü bir dönemde HTŞ’ye güçlü bir destek olarak anlam kazanıyor. Oysa BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Avusturyalı Volker Türk gibi bağımsız gözlemciler, kadın ve çocuklar dahil olmak üzere ailelerin yok edildiği bilgisini aldıklarını ve mezhep temelli katliamlar yaşandığını söylüyorlar. Dolayısıyla sayıları binleri bulan siviller katledilmişken Fidan’ın bu açıklamaları, HTŞ’nin Alevilere yönelik katliamlarının en büyük destekçisinin kim olduğu sorusunun da yanıtını veriyor.
Daha SDG ile yapılan anlaşmanın mürekkebi kurumadan HTŞ, Colani’yi 5 yıl boyunca ülkenin tek hakimi haline getiren geçici bir anayasa ilan ederek demokratik geçiş süreci beklentilerini ortadan kaldırdı. Her halinden Erdoğan iktidarından feyz alınarak hazırlandığı belli olan bu geçici anayasa, Suriye’yi doğrudan bir “İslam devleti” ilan etmese de “İslam hukuku yasamanın temel kaynağıdır” diyerek mevcut dengelere göre “yumuşatılmış” bir dini yönetim kurmayı hedefliyor.
Bu anayasa metnine göre yasama yetkisi “Halk Meclisi”ne veriliyor. Ama adına “halk meclisi” dense de bu meclisin seçimi, devlet başkanı tarafından seçilecek yüksek komite tarafından belirleniyor. Dahası devlet başkanına halk meclisinin üyelerinin üçte birini doğrudan atama yetkisi de veriliyor. Anayasa Mahkemesi de devlet başkanı tarafından seçilecek 7 kişiden oluşuyor. Uzun lafın kısası bu anayasa ile Colani’nin 5 yıl boyunca bütün yetkileri elinde tutacağı tek adam yönetimi dayatılıyor.
HTŞ yönetiminin bu dayatması karşısında Rojava’daki Suriye Demokratik Meclisi (SDM) demokratik geçişi engelleyen ve diktatörlüğü yeniden yaratmayı amaçlayan bu anayasa metnini tamamen reddettiğini açıkladı. Aynı şekilde Suriye’deki Dürzî toplumunun temsilcileri de Colani’nin başkanlığını ve yeni anayasa metnini tanımadıklarını ilan ettiler. Benzer bir açıklama da Suriye Süryani Birlik Partisi’nden geldi.
HTŞ’nin Erdoğan iktidarının desteğinde sürdürdüğü bu gerici ve halk düşmanı politikalar Suriye’yi gerilim, çatışma ve bölünmelere sürükleyerek ülkenin siyasal geleceğini mayınlıyor. Sadece Kürtler, Aleviler, Dürzîler ve Süryaniler değil; mezhepsel kışkırtmaya karşı tutum alan Sünni Arap halkın çoğunluğu da bu gidişattan rahatsız. Bu nedenle Suriye halkları ancak demokratik-seküler bir eksende mücadele birliğini sağlayarak bu gerici politikayı boşa çıkarabilir ve barış içinde yaşayacakları bir gelecek kurabilirler.
Erdoğan iktidarının Suriye politikasının iç politika ile böylesine iç içe geçtiği bir süreçte Türkiye halkların; her milliyetten işçi-emekçilerin Suriye halkları ile dayanışmasının en güçlü yolu, kendi ülke gericiliğine karşı mücadeleyi büyütmekten geçiyor.
Evrensel'i Takip Et