DİĞER YAZILARI

Son zamanlarda hukuk alanındaki uygulamalar insanları öfke, korku ve umutsuzluğa sevk ediyor. Binlerce örnek içinden diploma davası, Ayşe Barım davası ve Halit Ergenç ile Rıza Kocaoğlu davasını örnek olarak gösterebiliriz.

Hukuk fakültesi birinci sınıfında okuyanlar bile İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilemeyeceğini bilir ama sanki iptal edilecekmiş gibi görünüyor. Gerçi 4-5 yıl sürecek idari dava sürecinde diplomanın iptal edilme işlemi iptal edilir ama güncel siyasi amaç elde edildikten sonra hukuk sürecinde haklı çıkmanın pratik bir yararı olmaz. Tıpkı suçlu olmadığını bile bile bir insanı idam ettikten sonra gözyaşı dökmek ya da asılanın yakınlarına tazminat ödemenin öleni getirmeyeceği gibi.

Ayşe Barım olayı da son yılların uygulanan hukuk dışı bir yönteminin örneği olarak ele alınabilir. İktidar bir kişiyi hedefine alıyor ve onu cezalandırmak istiyor. Amacı korku salmak (İbret için Taksim Meydan’ında üç kişiyi sallandırmak). Sonra trollerine o kişi aleyhine sosyal medya linç kampanyası başlatıyor, bir taraftan da yargıdaki yandaşları vasıtasıyla bir suç bulmaya çalışıyor hedefteki kişi hakkında. Bir suç uyduruyorlar ve o suçun cezası tutuklamayı gerektirmese bile kurbanı tutukluyorlar, daha sonra bakıyorlar ki o suç olmadı, başka bir suçla itham edip dava açıyorlar. Eskiden bu duruma “Pantolon uyduramadık gömlek verelim” derlerdi. Ayşe Barım, tekel oluşturmak, serbest rekabeti engellemek gibi bir suçtan gözaltına alınıyor (Ki gözaltına alınmaması gerekir), sonra Gezi direnişinde organizatör rolü oynamak, sanatçıları Gezi direnişine katmak suçlaması ile hakkında dava açılıyor.

Daha sonra da Halit Ergenç ve Rıza Kocaoğlu’na “yalancı tanıklık” suçlaması ile dava açılıyor. Nasıl yalancı tanıklık yapmışlar, Ayşe Barım soruşturmasında tanık olarak dinlenmişler, kendilerine Mehmet Ali Alabora ile bir irtibatınız var mı diye sorulmuş, onlar da sanatsal faaliyetler çerçevesinde tanırız demişler ama her birinin Alabora ile beş, altı kez telefonla görüştüğü HTS kayıtlarından tespit edilmiş. Hukukta kendi aleyhine ifade vermeme, kendini suçlamama diye bir kural vardır. Birine sen yasa dışı örgüt üyesi misin, katil misin, hırsız mısın diye sorduğunda ister tanık ol ister sanık hayır dediğinde yalancı tanıklık yapmış olmazsın. Halit Ergenç ve Rıza Kocaoğlu’na sorulan Alabora sorularına karşı “Ha evet kendini çok iyi tanırız, kendisini severiz, kafa yapımız da aynıdır, Gezi’de de birlikteydik, hatta bizi Alabora oraya çağırmıştı” deseler direk örgüt üyesi ve ‘Gezi kalkışmasının sanığı olarak sanık olacaklardı. Bu nedenle insanları “yalancı tanıklıktan” yargılayabilir misiniz? Bence bu sorular hukuk fakültesi birinci sınıf derslerinde soru olarak öğrencilere sorulmalı.

Yukarıdaki ilk davanın İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığına aday olmasını engellemek için olduğunu sadece bütün Türkiye değil “dünya alem” biliyor. İkinci ve üçüncü davalar ise “kültürel hegemonya tesisi” için. Şimdi de çeşitli film ve dizi platformlarına soruşturma açmışlar. İstiyorlar ki, sadece TRT ve yandaş televizyonlarda oynatılan film ve diziler gibi film ve dizi göstersin bütün televizyonlar ve platformlar. Televizyon ve radyo için RTÜK gibi bir sopa var ellerinde, platformlar için yok, onları da soruşturmalarla, davalarla hizaya getirmeye çalışıyorlar.

Hukuk askıya alındığında, ahlaki değerler yok edildiğinde iktidarlar her şeyi yapabilir. 12 Eylül günlerinde Emekli Savcı, Eski Senatör Mehmet Feyyat’ın TKP, TDKP ve TİKKO’nun Türkiye sorumlusu olduğunu yazmıştı Tercüman gazetesi. Kırklı yıllarda ‘Kızılcıklar oldu mu’ türküsünü söyleyen gençler komünizm propagandası yapmaktan gözaltına alınmıştı. 6-7 Eylül pogromunu komünistler yaptı diye Aziz Nesin, Asım Bezirci gibi aydınları göz altına almışlardı. Ve Dreyfus davası. Yahudi olduğu için bir Fransız subayı vatan haini olmakla yargılamış ve mahkum etmişlerdi. Bu davalar, suçlamalar hâlâ hatırlanıyor. İyi hatırlanmadığı da malum.

Yirmi iki yıllık AKP iktidarında da yıllarca hatırlanacak çok dava var. Tarihe diğer yaptıklarının yanı sıra bu davalarla da geçecekler.    

Evrensel'i Takip Et