Emperyalistlerin ve Erdoğan iktidarının yeni pozisyon arayışı

ABD Başkanı Trump’ın Ukrayna savaşını Rusya lideri Putin ile görüşerek bitirme, ABD’nin NATO içindeki görev ve sorumluluklarını azaltma gibi hamlelerinin ardından yüksek vergilerle sadece en büyük rakibi Çin’e karşı değil, Kanada ve Avrupa Birliği (AB) gibi “müttefiklerine” karşı da ticaret savaşını başlatması bütün emperyalistleri bu gelişmelere göre yeni pozisyon almaya zorluyor. Trump ve Putin arasındaki telefon görüşmesi, ABD’nin Biden dönemi Ukrayna politikasının sonu anlamına geliyor. Artık ABD şemsiyesine eskisi gibi güvenemeyecek olan ve 800 milyar avro silahlanma kararı alan AB, Suriye konferansı düzenleyerek yeni gelişmelere göre sahadaki pozisyonunu da yenilemeye çalışıyor. ABD’nin Yemen’de Husilere yönelik saldırıları karşısında Çin ve Rusya’dan yapılan açıklamalar, Suriye ve Lübnan’daki saldırılarına devam eden İsrail’in Gazze’de katliama yeniden başlaması da bu gelişmelerin sahaya yansıması olarak cereyan ediyor. Türkiye’deki Erdoğan iktidarı da emperyalistler arasında yeni bir boyut kazanan egemenlik mücadelesinin kendisine hareket alanı yaratmasını umuyor. Bunun için bir taraftan Trump’ın kapısını çalarken öte yandan Türkiye’yi AB’ye bir ‘kurtarıcı’ olarak pazarlamak istiyor ve yine Rusya ile gerilen ve gerileyen ilişkilerini de Suriye’deki pozisyonu üzerinden onarmaya çalışıyor.

Öncelikle, Trump’ın hamlelerinin onun kişisel ‘çılgınlığı’ ile açıklanamayacağını, aksine ABD tekelci burjuvazisinin iki büyük kanadından birinin eğilimi olduğunu belirtmek gerekiyor. Trump’ın bu ‘şok’ hamleleri, içinden geçilen belirsizlikler döneminde dünyadaki dengeleri ABD emperyalizminin lehine çevirmeyi amaçlıyor. (Bu konuda daha kapsamlı bir tartışma için Teori ve Eylem Dergisi’nin Bahar 2025-67. Sayısında Ahmet Cengiz’in “Belirsizlikten Emperyalist Pervasızlığa” başlıklı yazısına bakılabilir).

Trump’ın ABD’de medya önünde küçük düşürdüğü Zelenski’yi zengin toprak mineralleri anlaşmasını imzalamaya zorlaması, Ukrayna’yı Rusya ile paylaşma planının önemli bir parçasını oluşturuyor. 2022 başından bu yana devam eden Ukrayna savaşı sürecinde yıpranan Rusya ile bu paylaşım planı üzerinden Trump, Rusya ve Çin arasındaki ilişkilere sızarak ABD’nin Çin’e karşı pozisyonunu güçlendirmeyi hedefliyor.

ABD emperyalizminin belirsizlikler döneminde dengeleri kendi lehine çevirmek üzere giriştiği yeni hamlelerden biri de Ortadoğu’nun yeniden dizaynı kapsamında Yemen’deki Husilere (Ensarullah) yönelik saldırı oldu. Ortadoğu’da İran merkezli ‘direniş ekseni’nin en güney ucunda yer alan Yemen’deki Husiler, özellikle İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırı ve işgaline karşı İsrail’le bağlantılı ticaret ya da İsrail’e destek veren savaş gemilerine (ABD) saldırılar düzenlemişlerdi. Yemen ve Cibuti arasındaki Bab’ül Mendeb boğazı Kızıldeniz üzerinden deniz ticareti bakımından stratejik konumda bulunuyor.

Trump’ın NATO konusunda açıkladığı yeni politika sonrasında ‘güvenlik’ alanında AB ile ilişkilerini yeniden geliştirmeye yönelen İngiltere’nin, ABD’nin Husilere yönelik hava saldırısına aktif olarak katılması, batılı emperyalistlerin yeni pozisyon arayışının düz bir çizgi halinde ilerlemediğinin/ilerlemeyeceğinin tipik bir örneği.

Esad rejiminin devrilmesinin ardından Suriye ve Lübnan’a karşı aralıksız saldırılar düzenleyerek bölgedeki pozisyonunu güçlendiren İsrail’in yüzlerce sivilin katledildiği Gazze’ye yönelik son saldırısı da ABD’nin Yemen’deki saldırısının bir devamı olarak anlam kazanıyor. Gazze’de katliam saldırılarının yeniden başlaması, Netanyahu’nun iç politik ihtiyaçlarıyla bağlantılı olduğu kadar, Trump’ın Gazze’yi boşaltma ve “turizm cenneti yapma” planına yönelik itirazlara da bir yanıt niteliğinde.

ABD’nin Yemen’e yönelik saldırısına karşı Çin, “Kızıldeniz’de gerilimi tırmandıracak eylemlerden kaçınma” ve Rusya da “saldırılarını sonlandırma” çağrısını yaptı.

Ukrayna’da ABD ve Rusya arasındaki uzlaşma arayışları, bu güçler arasında diğer alanlardaki rekabetin devam ettiği gerçeğini değiştirmiyor. Esad rejiminin düşmesinden sonra önemli bir bölgesel müttefikini kaybeden Rusya’nın ilk hamlelerinden biri de İran ile 20 yıllık kapsamlı bir stratejik ortaklık anlaşması imzalamak oldu. Öte yandan Rusya, enerji konusunda kendisine bağımlılığı önemli oranda devam eden Türkiye’yi Suriye’de yeniden pozisyon alabilmek için kullanmaya çalışıyor. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un Dışişleri Bakanı Fidan ile görüşmek üzere Ankara’ya geldiği gün (24 Şubat) Suriye’deki geçici yönetimin Dışişleri Bakanı Şeybani’nin de Ankara’ya gelmesi, bu pazarlıkların bir parçasını oluşturuyordu.

Suriye’de Alevilere yönelik katliam devam ederken HTŞ’nin geçici yönetimini Brüksel’e davet eden “demokrasinin kalesi” AB de önceki gün gerçekleşen Suriye konulu konferansta yeni Suriye yönetimine 2,5 milyar avro “yardım” kararı alarak oyunu kurallarına göre oynayacağını gösteriyor. Ancak AB-Çin ilişkilerinin 50. Yılı dolayısıyla Çin Devlet Başkanı Şİ’ye yaptığı davetin Çin tarafından reddedilmesi, AB’nin yeni pozisyon arayışından istediği sonuçları almasının öyle kolay olmayacağını da ortaya koyuyor.

Uzunca bir süredir hem ekonomik ve hem de siyasal olarak ciddi bir sıkışmışlıkla karşı karşıya bulunan Türkiye’deki Erdoğan iktidarı, emperyalist güçler arası ilişkilerdeki bu kaymaları kendisi yeni hareket alanına çevirmenin yollarını arıyor.

Trump’ın ikinci kez başkan seçilmesine en çok sevinenler arasında yer alan Erdoğan, 20 Ocak’ta göreve başlayan Trump ile ilk telefon görüşmesini ancak önceki gün gerçekleştirebildi. Erdoğan, bu görüşmede Trump’ın Ukrayna planına desteğini sunmanın yanı sıra Rusya’dan alınan S-400’ler nedeniyle uygulanan CAATSA (ABD’nin Hasımlarına Yaptırım Yoluyla Karşı Koyma Yasası) yaptırımlarının sonlandırılmasını istedi. Erdoğan’ın bir diğer talebi de ABD’nin SDG’ye (Suriye Demokratik Güçleri) verdiği desteğin sona erdirilmesiydi.

Erdoğan’ın beklediği telefon görüşmesinin bile bu kadar gecikmeli gerçekleşmesinin Trump’ın bölgedeki öncelikleriyle bağlantılı olduğunu söylemek gerekiyor. Elbette bu durum, Türkiye’nin ABD emperyalizmi için önemini kaybettiğini değil, Erdoğan’ın beklentilerinin gerçekleşmesi için ABD eksenine daha fazla bağlanmak dışında fazla bir seçeneğinin olmadığını gösteriyor.

Yine “AB’yi içine düştüğü çıkmazdan sadece Türkiye’nin tam üyeliği kurtarır” açıklamasını yaparak AB ve ABD arasındaki çelişkiyi kullanmak için zaman kaybetmeden harekete geçmiş olsa da Erdoğan’ın buradan da istediğini alması kolay görünmüyor. Çünkü AB, Türkiye’yi yeni ‘güvenlik mimarisi’nin içine dahil etmek istese de bunun karşılığında sınırlı bir ekonomik destek-yatırımın ötesinde bir sorumluluk üstlenmeyeceğini şimdiden belli ediyor. Bu kapsamda geçtiğimiz günlerde Baykar ile İtalyan Leonardo şirketleri arasında İHA-SİHA üretimi konusunda (10 yılda 100 milyar dolar hedefiyle) yapılan anlaşmayı hatırlatmak gerekiyor.

Bir ucunda silahlanma yarışı olan (2024’te dünyada silahlanmaya harcanan para 2,46 trilyon dolardı) bu yeni pozisyon arayışından halkların payına, yeni gerilim ve çatışmalar ve bunların bir sonucu olarak da Suriye ve Lübnan’dan Gazze ve Yemen’e kadar katliamlar düşüyor. Erdoğan iktidarı bir yandan içeride bütün emek ve demokrasi güçlerini baskı altına almaya çalışırken öte yandan tekelci burjuva gericiliğin yayılmacı emelleri doğrultusunda Türkiye’yi yeni gerilim ve çatışmaların içine sürükleyecek pazarlıklardan da geri durmuyor. Böylesine ağır bir siyasal tablo karşısında işçi sınıfı ve halklar, emperyalizme ve işbirlikçi ülke gericiliğine karşı birleşik bir mücadeleye yönelmedikçe, ne ezilen haklarla gerçek anlamda dayanışmayı geliştirebilir ne de kendi geleceği konusunda söz sahibi olabilirler.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Diplomaya da kayyım!

Diplomaya da kayyım!

Bir süredir operasyonlar, tutuklamalar, kayyım atamalarıyla siyaset alanını zorla daraltan iktidarın, bir ‘hayali’ daha gerçekleşti. CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olması beklenen Ekrem İmamoğlu’nun diploması, iktidara yakın gazetecilerin günlerdir anons ettiği gibi, üniversite yönetimi marifetiyle iptal edildi.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
19 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et