Uyanalım, lütfen!

Fotoğraf: Murat Çetinmühürdar/TCCB
Sihirbazın marifeti maddeleri gerçekten değiştirmesinde değil, el çabukluğu marifetiyle asıl görünümü gizleyerek, istediği görüntüyü hayalimizde oluşturmasındadır.
Siyaset sihir değildir, ama siyasetin kara perdesini kaldıramamış, beyinleri örtülü, büyülenmiş seyirciler siyasetin aldatıcı yolunda yürümeyi sürdürebilir
Devlet olgusu, çoğunlukla sandığımız gibi topluma refah sağlayan, insanların sulh ve huzur içinde yaşamını sürdürmesine hizmete yönelik bir yapı değildir. Kapitalizmin beynimizi örterek kararttığı burjuva toplumlarında devlet aygıtı tüm görünen maddi ve görünmeyen kurumlarıyla toplumun büyük kesimini az sayıda asil kesimin hizmetine sunmaya kendini adamış meşru görüntülü bir yapıdır. Bu durumu kanıtlamaya tek örnek bile yeter; bütçe bir kanundur, yani devletin tüm ideolojik ve baskı araçları ile uygulamaya koyduğu ve koruduğu hükümler cetvelidir. Peki, böylesi sıkı korumalar altında uygulanan, adına bütçe denen bu kutsal emirler ve uygulamalar cetvelini kim yapar? Parlamento yapar; daha doğru ifadesiyle, durumun böyle olduğunu sanırız, hatta derslerde de tüm olayı genç dimağlara böyle enjekte ederiz. Peki, durum bu mudur? Tabii ki, hayır, vergilerin kimlerden hangi ölçüte göre alınacağı, kimlere, nerelere nasıl ve ne kadar ödeme yapılacağı kararlarını ne emekliler, ne emekçiler, ne de mağdur olan toplumun büyük kesimi vermektedir, çünkü sistem, adıyla müsemma olarak kapitalizmdir, yani kapital sahiplerinin, varsıl kesimin başat olduğu bir sistemdir, bu sistemimin siyasal örgütü görüntüsündeki devlet de hakim kesimin çıkarlarına hizmet ederken, binbir numara ile uygulamayı yerine göre perdeleyen, yerine göre aldatıcı sözlerle meşrulaştıran, hiçbir girişimin fayda etmediği son kertede ise baskılayarak kabul ettiren bir siyasal organdır.
Adına ulus devlet dediğimiz bu siyasal organ, acaba gerçekten halkın şöyle ya da böyle oy vererek başa getirdiğini düşündüğü ve halkın yararına çalıştığı bir yapı mıdır? İşte işin burası çok karışıktır, hele de küreselleşme dediğimiz günümüz koşullarında oluşumu halk anladığını sanır, fakat halk işleyişten uzaktır, kararları algılayamaz, siyasi kararları çözümleyemez ve perde arkasını göremez. Ama oy verdiği iktidarı kendi temsilcisi olarak, kendi çıkarını güden siyasi organ ya da kişi olarak algılar ve öylece inanır ve adeta ona tapar. Burjuva iktidar yapılarında bu durum dün de böyle idi, ancak günümüzün bir başka koşulu ulus devlet yapılanmasını tümüyle değiştirmiştir. O da küreselleşmedir.
Koskoca ABD’de acaba neden Trump denen kişi, yanına da Musk denen bir başka adamı alarak iktidara gelebildi de azgın fil gibi etrafa saldırıyor, dünyanın her bir köşe bucağında değerli metal avcılığına çıkıyor? Sovyetler dağılıp, komünizm korkusu ortadan kalktıktan sonra artık ekonomiler arasında da bir fark kalmamış olarak haşin politikalar uygulanırken, neden Türkiye’ye 2000 IMF-Derviş politikası dayatıldı ve bir partiden arındırılıp, millilik gömleği çıkartılıp, neden kefen giydirildi de iktidara taşındı? Neden komünizm dağıldıktan sonra dinsel, daha çok İslam motifleri kullanılarak iktidar halka tanıtılmaya çalışıldı? Toplum yozlaşırken, ahlak zaafına uğrarken neden ılımlı İslam diye ne olduğu belli belirsiz safsatalarla ahlak ve erdem adeta gündemden çıkarılarak, salt şekilsel uygulamalar halkın örtülü beynine sokuldu? Çünkü küresel sömürü daha şiddetlendi, gelişmekte olan ekonomilere giriş kolaylaştı, daha doğrusu kolaylaştırıldı. Peki, kimin adına bunlar gerçekleştirildi? Tüm bu süreçlerin çevreden merkez ekonomilere kaynak aktarımının kolaylıkla sağlanarak, gelişmiş merkez ekonomilerin refah düzeyinin korunmasının sağlanması adına olduğunu net olarak görelim, lütfen! Kısacası, geçmişte silah gücü ile yapılanlar günümüzde “kibar yüzlü politikalar” la yapılmaktadır. Bunun en garantili yolu ise bir hevesliyi ortaya çıkartıp, hırslarının tatminin sağlanacağı durumun yaratılıp, bu durumun örtülü beyinlerine onaylatmaktır.
Sahne kurulduktan sonra, sahnenin yönetimi de gerekir. Davos toplantıları ya da Ekonomik Forum gibi uluslararası görüntülü kuruluşların işlevi nedir diye baktığımızda, varsıl merkez ekonomilerin çevre ekonomiler üzerinde kurmuş oldukları sömürücü yönetimin hissettirilmeden sürdürülmesidir. Davos toplantılarına giden siyasilerimizi, iş insanlarımızı ya da iş kadınlarımızı, sanki samimiyetle bizleri temsil ediyormuş gibi mutlulukla ve övgüyle anmadık mı? Peki, onlar o süslü toplantılarda bizlerin ya da ülkenin mi çıkarını savunuyorlardı? Size geçmişte böylesi toplantılardan birinden dönen vaktin maliye bakanının dönüşte belki saflıkla, fakat inançla söylediği cümleyi hatırlatmak isterim: “Bu tür toplantılarda geçmişte bize yüz dahi vermiyorlardı, fakat şimdi satacak neyimiz var diye arkamızdan koşuyorlar!” Bu iğrenç ifadeyi belki hatırlarsınız, değerli okurlarım! O dönem, 2000 IMF-Derviş programı kabulünün hemen akabinde AKP’nin iktidara “taşınıp”, sırtı sıvazlanırcasına IMF politikalarına iman edip, ekonomiyi pervasızca dış dünyaya açtığı, özelleştirmelere hız verdiği politikaların uygulamaya koyulduğu dönemdir. Patron Batılı iş insanları böylesi politikacıları nasıl sevmesin ki!
İş bununla da bitmezdi, parlamentonun içinin boşaltılması ve muhatap olarak tek adamın iktidara taşınması gerekiyordu. Ülkede “yetmez, ama evet” sloganını ağzına sakız etmiş aydın çetesi olduğu gibi, ülkeyi parti devletine kavuşturma zekasını gösterebilen soldan devşirilmiş alim hukukçular da mevcuttu ya da yaratıldı. Para neye kadir değildir ki! Evet, siyaset oldukça tıkırında işler vaziyette yoluna koyulmuştu. Ne var ki, birileri “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” eblehliğini gösteriyor, birileri de ortaya çıkıp parlamentoyu geri getireceğiz gibi akla zarar sloganı ile seçimi zorluyordu. Mustafa Kemalcileri bir imam hatip toplantısında verilmiş direktifle, parlamentocuları ise, bir haftalık acele ile kutsal Kadir Günü atlanmış olsa da, yine bir kutsal ayda, eller kirlenmesin diye arkasına kuyruk bağlayarak ortadan kaldırmak gerekirdi ki, emperyalistin ve hizmetkarın kaynağı kurumasın, huzuru ve keyfi kaçmasın!
Kutsal ayın son haftasında olduğumuza göre, ben de bu ritüele uyarak, her yaşananda, ne kadar acı görünse de bir hikmet vardır, ancak hikmet beyni örtülüler için değil, uyanabilen halklar içindir!
Evrensel'i Takip Et