Halk olmaktan düşürülenler, turpun küçüğü

Fotoğraf: Evrensel
Cumartesileri okur gözüne değen bu yazılar perşembe günleri yazılıyor. Bağlantılar'ın zihin içi inşaat sahasıysa birkaç gün öncesinden çevrelenmeye başlıyor. Bu aradaki üç-dört gün Türkiye için uzun bir zaman. En sıcak meseleye bile az buçuk soğukkanlı bakabilmeye, daha serbest bir düşünce akışına niyetlenen bir yazı yazıyorsanız, bu başa çıkması daha zor bir aralık. Başka bir konu üzerine yazacaktım; sanmayın ki hayatın pür şen yanlarına, başka türlü doyuran hafifliklerine dokunan bir mevzuydu. 19 Mart'tan sonra öylesi bile tali kaldı, bu cumartesi okunuşunu canlandıramadım zihnimde.
Tek adam rejimlerinin alametifarikalarından biri bu, kendi zamanını dayatmak. Demokratik hukuk devletlerini işler kılan tüm mekanizmaları bertaraf ederek kendi doğrusunu, düşmanını, çıkarını, kendi dünyasını herkese dayatmak. Böylesi bir işgal altında hayatın şahsi denebilecek yanlarından dokunulmamış olanı kalmaz; harici ne varsa talidir artık. Bu gaspla gelen şiddet, eşitsizlik, yoksulluk ve yoksunluk o kadar baskın çıkar ki kendi zamanının ve hayatının sahibi değildir kimse. Aralık daralır, daraltılır, bir soluk borusu çapına iner.
*
Türkiye'nin büyükşehirlerinin birçok açıdan en büyüğünün belediye başkanı ve cumhurbaşkanlığında müstakbel rakip olan bir kişinin bir biçimde yolunun kesileceğini biliyorduk. Bunu biliyor olmamızı artık tuhaf karşılamıyoruz. İkna edici olma kıstasını hanidir aştık, bir gerekçe imal edilerek kendisinin cumhurbaşkanlığı yarışından bertaraf edilmeye çalışılacağından neredeyse emindik. Bunu bu tip liderliğin tarihsel yahut güncel muadillerinden biliyorduk. Kaldı ki sezgiye ve öngörüye gerek olmaksızın bu alenen müjdelenmişti. Malum, bir sebze olarak turp, “büyüğü heybede” fragmanıyla bu hikâyenin simgesi kılındı.
*
Batı edebiyatının köken metinlerinden olan İlyada’da Homeros (ya da Homerosgiller diyelim) bazen uzun uzun anlatacağı bir hikâyenin sonunu baştan söyleyiverir. Savaş meydanında birden beliren bir kahramanın o denizi geçip de sonra tekrar ülkesine dönemeyeceğini iki kelimede açık eder. Öleceğini bilerek dinleriz gerisini. Bugünün hikaye “tüketicileri” için bu, serüvenini tadını kaçırmak gibi görünse de destanın parçalarını canlı dinleyenlerin heyecanını diri tutmak için bir trüktür. Aynı zamanda tüm hikâyelerin sonunu bilen ve yaratan tanrılara iman tazelemektir.
*
Ardında mutlak cinsiyetçi, ayrımcı bir gönderme bulunduğunu varsayarak “turpun büyüğü heybede” deyimini duymazdan geldim. Sesli dinlemek zaten asap bozuyor, üzerine bir şey okumadım da. Şimdi bu yazıyı yazarken bakıyor ve biraz da şaşırıyorum. Açık ki Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alınmasını ima etmek üzere, cumhurbaşkanından başlayıp otomat savunucularına sirayet eden kullanışlarda, “İşler bak daha nasıl büyüyecek”, “yolda daha da güzeli var” minvalinde bir ton var. Halbuki kaynak olan Anadolu söyleyişlerinde genel olarak daha fenasının, daha da beterinin yolda olduğuna dair tam tersi, olumsuz bir anlam baskın. Bir tür uyarı.
*
Erdoğan (ya da Erdoğangiller diyelim) bunu düpedüz yanlış kullanmıyorsa, tersine çevrildiği bir an olmuş mudur? Misal Demirel'in ağzına yakışacak bu deyim başka biçimde siyasallaşmış mıdır? Elbette. Gereksiz yere 2005 tarihli bir Yavuz Donat yazısı okuyarak, Demirel'in ona anlattığı, yer tutmasın diye dokunmayacağım bir Aydın pazarı hikâyesine denk geldim. Hakikaten hissesiz bir kıssa. Önemli olan Demirel'in bunu mesajına nasıl yedirdiği.Demirel: Demokratik istikrar korunamazsa... Yönetimde zaaf belirirse... Turpun büyüğü ortaya çıkar.
Donat: Turpun büyüğü derin devlet mi?Demirel: Evet.
Tefsirini Demirel'in ve sağ siyasetin kodlarını bilenlere bırakmak lazım.
*
Geri sarmak gerekli. İlk çağ filozoflarından başlayarak demokrasinin nimetlerinden ve zaaflarından konuşmak mümkün. Erdoğan'ın bizzat bir dönemeç olarak aldığı ve partisinin grup toplantılarında “unutmayın” diye soğumasına izin vermediği 7 Haziran 2015 seçimleri bir kerteriz noktası olarak orada duruyor. Seçim nasıl sonuçlanmıştı, sonra ne olamadı; bu uzatılmış zaman dilimini, her güne yayılarak normal kılınmış olağanüstü hali yaşıyoruz on yıldır.
Çocukluktan çıkışları bu döneme denk düşmüş, görünmez, parasız ve küskün gençler... Dünyayı devirecek güçteki yaşama enerjileri gasp edilmiş, yokluklarına kendileri inanmış gençler kaderlerini belirleyen tanrılara kafa tuttukça bedenleniyor, tragedya kahramanları gibi beliriyorlar gözlerimizin önünde. Dört yıl önce tam bu zamanlarda İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmasıyla hayatları er meydanlarına daha da açılan kadınlar, alenen düşmanlaştırılan LGBTİ+lar, yoksullaştırılanlar, halk olmaktan düşürülenler, basbayağı haysiyetine hakaret edilenler... Stratejik kararlarla değil, yok sayılmanın acısıyla pişe pişe dönüşerek, korkmayı, kaybetmeyi, yaşamayı, tüm bunları baştan düşünerek seslerini çıkarıyorlar. Bu, iktidarın eseri. Bu sesi ne kadar duyduğu da muhalefetin eserini şekillendirecek. “Turpun büyüğü” kim için yoldaki iyiyi, kim için kötüyü işaret ediyor öyle göreceğiz.
Evrensel'i Takip Et