Yargı bütçesi adaletsizlik ve sermaye için kullanılıyor
İktidardakilerin hep tekrarladıkları bir klişe vardır. Ne zaman ki vergilerin yüksekliğinden yakınılsa, “Size hizmet etmek için vergi topluyoruz” derler.
Halbuki otoyollar paralı, su, elektrik, doğal gaz paralı, çöp toplamak paralı. Eğitimde, sağlıkta özelleştirme büyük oranda tamamlandı. Kamuya ait okullarda aidat toplanıyor, kamu hastanelerinden yararlanmak için prim ödemek zorundasınız. Hatta güvenlik hizmetleri bile, özel güvenlikler aracılığıyla kısmen özelleştirilmiş durumda.
Yargıda da durum farklı değil. Yargı hizmetleri, ara buluculuk ve uzlaşma gibi uygulamalarla kısmen özelleştirilirken, yargı hizmetlerinden yararlanmak için ciddi miktarlarda harç ve yargılama gideri ödemek zorundasınız. Örnek vermek gerekirse, bir işçi 200 bin TL’lik bir alacağı için 4 bin 30 TL harç, yaklaşık 6 bin TL civarında yargılama gideri olmak üzere 10 bin TL dava masrafını gözden çıkardığında dava açabiliyor.
Bütçedeki harç gelirleri, Adalet Bakanlığının toplam bütçesinin neredeyse 1/3’ünü karşılıyor. 2024 yılında tam 61 milyar 767 milyon 293 bin TL harç geliri elde edildi. Aynı yıl Adalet Bakanlığının bütçesi ise 198 milyar 703 milyon TL oldu.
İktidar vergilerle işçilerin gelirine ortak olurken, yüksek yargılama giderleri ve harçlar nedeniyle hak aramalarını da sınırlandırmaktadır. Harç ve yargılama giderlerine, davanın kaybedilmesi durumunda işveren vekiline ödemek durumunda kalacağı vekalet ücreti de eklendiğinden, işçilerin önemli bir kısmı mahkemelerde hak aramaktan vazgeçmektedir.
Halbuki işçilerden yargılama gideri ve harç alınması, en başta Anayasa’nın ikinci maddesindeki sosyal hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Sosyal hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesi için ekonomik olarak güçsüz durumda bulunan işçinin adalet arayışının ucuz ve yargılamanın hızlı olması gerekmektedir. Üstelik harçsız açılabilen davaların birçok örneği bulunmaktadır. Örneğin tüketici mahkemelerinde harçsız dava açmak mümkündür.
Yargı hizmetinin gereği gibi sunulmamasının bir göstergesi de mahkemelerdeki dava yoğunluğu ve yargılama süresinin uzunluğudur. 2017 öncesinde 4 ay, şimdi ise ivedilikle sonuçlandırılması gereken işe iade davalarının kesinleşme süresi 2-3 yıldır. Alacak davalarında bu süre 4-5 yıla çıkmaktadır. Bu sırada işçilerin alacağı enflasyonla erimektedir. Bu nedenle davalar, patronlar için caydırıcı olmaktan çıkmakta, hatta reel olarak daha az ödeme yaptıkları için avantaja dönüşmektedir. Yargı hizmetinin gereği gibi yerine getirilmemesi, işverenleri, işçileri haklarını vermeden işten çıkarma konusunda teşvik etmektedir.
İşçilerin yargı hizmetlerinden gereği gibi yararlanamamasının başka bir sonucu ise sendikal örgütlenme haklarının çiğnenmesidir. Yetki tespitine itiraz, iş kolu tespiti gibi davalar, yasalarda aksi yazmasına rağmen yıllarca sürmektedir.
Toplanan vergi ve harçların yüksekliğine rağmen yargı hizmetlerindeki nitelik sürekli azalmaktadır. Eğitimdeki nitelik erozyonu, liyakate göre değil yandaşlık derecesine göre yapılan hakim, savcı, adliye personeli alımının sonucu sadece bağımlı ve taraflı yargıya yol açmamakta, yargı görevlilerinin niteliğini de düşürmektedir.
Vergilerin kullanıldığı gözle görülür yargı hizmeti, içerisinde adaletin zerresi bulunmayan devasa adliye saraylarının ve cezaevlerinin inşasıdır.
İçinde adalet dağıtılmayan, hak aramanın değil hakları yok etmenin merkezlerine dönüşen adliye saraylarına yargı hizmeti denemez.
Kişi güvenliği ve özgürlüğünün ayaklar altına alındığı bir ülkede devasa cezaevi inşası da bozuk düzenin göstergesi olmaktan başka bir şey değildir.
Sonuç olarak; işçilerden ve halktan alınan vergilerin yargıya ayrılan kısmı, adalet için değil, iktidarı ve sermayeyi güçlendirmek için kullanılıyor.
Evrensel'i Takip Et