Arjantin’i beklerken

Fotoğraf: İBB
Kronik ekonomik krizler, yoksulluk ve enflasyon bazı ülkelerin kaderi gibi durduğundan olsa gerek Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizler akla hep şu soruyu getiriyordu; “Türkiye, Arjantin olur mu?” Bu sorunun cevabını bugün konuşmak çok da gerekli değil. Az zaman önce bir mucize olarak sunulan Arjantin’in ultraliberal programının tosladığı duvar malum ancak o da bugünün konusu değil. Arjantin gösteri yapan emeklileri yerlerde sürükleyen ve coplayan bir ülke haline çoktan dönüşmüş durumda. Ancak bugün Türkiye, Arjantin’in içine düştüğü ekonomik krize benzer bir çıkmaza düşer miyim diye beklerken başka rotalara dümen kırmış gibi görünüyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP’nin gelecek genel seçimlerde artık kesinleşmiş cumhurbaşkanı adayı olan Ekrem İmamoğlu’na karşı kurulan kumpas Türkiye’nin anayasal düzeninin devamlılığına bir tehdit olduğundan toplumdan belki de beklenmeyen çapta bir tepki ile karşılandı. Hiç şüphesiz İmamoğlu’na karşı yapılanlar önümüzdeki seçimleri dizayn etmeye yönelik bir nitelik taşıyor. İddianamenin özensiz ve acemice ortaya attığı iddiaların somut delillere dayanmaması ve gizli tanıkların duyumları üzerinden ilerlemesi ve daha ilk günlerden itibaren kolayca çürütülebilmesi de davanın siyasi niteliğini gösteriyor. Ancak önemli olanın gerçek amacın hasıl olması, yani siyasi rakibi ekarte etmek ise, bu tip bir davanın güçlü olmasına çok da ihtiyaç olmayabilir. 2018’de Brezilya’da seçimleri kazanması büyük bir ihtimal olan Lula da Silva bir yargı darbesi ile seçimlere sokulmamış, İşçi Partisinin yerine gösterdiği aday ise seçimleri aşırı sağcı Jair Bolsonaro’ya kaybetmişti. Lula’ya atılan yolsuzluk iddiaları haftalarca medyayı işgal ederken, İddiaların Savcısı Sergio Moro daha sonra Bolsonaro hükümetinde adalet bakanı olarak görev almıştı.
Benzer bir biçimde rakip adayları çeşitli bahanelerle seçim yasaklısı haline getirip seçime sokmama yöntemi Venezuela’da Maduro rejimi tarafından da sıkça başvurulan bir durum haline geldi denilebilir. Venezuela’da muhalefeti oluşturan ittifakın bu durumu kabullenip yeni adaylar üzerinde anlaşması ise kendileri açısından çok büyük bir hata olmuş, geçtiğimiz yaz yapılan seçimlerde kesin sonuçların halen açıklanamamasına rağmen Maduro kendisini kazanan ilan etmişti. Maduro rejimi Chavezci devrimden uzaklaşıp, dar bir elitin yönettiği diktatörlüğe dönüşürken seçimler iktidar partisi üyelerinin bile mobilize edilemediği bir gösteri haline dönüşmüştü.
Ancak bizdeki durumda bu opsiyonların dışında, Şili’deki 2019 sosyal patlamasına benzer bir toplumsal tepkinin fitili ateşlenmiş gibi görünüyor. Başını üniversite gençlerinin çektiği protestolar zincirinin nereye evrileceğini bugün bilmek mümkün değil. Ancak beklenenden farklı bir biçimde muhalefetin parçalanması ve birbirine düşmesinin gerçekleşmediğini söylemek mümkün. Muhalefet bu sınır tanımaz anayasal hak ihlallerinin karşısında dağınıklıktan kurtularak tekrar kenetlenmiş durumda. Toplum ise olmaz/yapılamaz denilen şeylerin normalleşerek taşlarını döşediği anayasal rejimin değiştirilmesine karşı verdiği refleks ile muhalefeti böyle bir tutum almaya zorladı.
Muhalefetin konsolide olmasına iktidarın nasıl cevap vereceğini tahmin etmek ise güç değil. Saraçhane yurttaşların demokrasi mücadelesinin merkezi haline gelirken, daha çok otoriterleşen bir ülkede ekonomik krizin derinleşmesi, yoksullaşmanın kalıcılaşması da kaçınılmaz olacaktır. Ancak bu karanlıktan er ya da geç çıkılacağını görmek için üniversite kampüslerine, yurdun dört bir yanındaki meydanlara ve mücadele eden kitlelere bakmak yeterlidir.
Evrensel'i Takip Et