24 Mart 2025

Mutluluk bireysel bir öykü değil

Fotoğraf: Birkan Bulut/Evrensel

“Başkalarının nezaketine olan inancın mutlulukla yakından bağlantılı” olduğunu gösteriyor 2025 yılı 13. Dünya Mutluluk Raporu. Her birimizin bilip de ifade edemediği doğrular bunlar. 

Toplumun tanınır yönetici ve kanaat önderlerinin, iş insanları ve gazetecilerin, adliyeye bir ifade için çağrılmak varken, sabahın köründe yüzlerce polis eşliğinde gözaltına alındığı bir ahvalde kamusal nizamın nezaketsizliğini nereye koyacağız? 

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararı ile 20 Mart Uluslararası Mutluluk Günü olarak tanımlı. 2025’te tam da bugünde mutsuzlukla sınandık bir kez daha.

Bugünün ilanında ‘mutluluğun ve refahın insanların yaşamlarında evrensel hedefler ve özlemler bağlamında önemi ve kamu politikası hedeflerinde tanınmasının hassasiyeti’ önemsenmişti.

Dünya Mutluluk Günü’nde mutsuzluğumuz daha da derinleşti. Türkiye bu yıl 147 ülke arasında mutlulukta 94. sırada. Belediye başkanları ve siyasi aktörler üzerinde artan baskılar, “yargının siyasi rekabetin bir aracı olarak kullanıldığına” dair yaygınlaşan kanaat ve hukukun bağımsızlığına gölge düşüren uygulamalar, yalnızca bireyleri değil, tüm toplumu ve demokratik düzen umudunu tehdit etmekte. Barış, adalet ve demokrasi ve doğası gereği mutluluk birbirinden ayrı düşünülemez. 

Oxford Üniversitesi Refah Araştırma Merkezi tarafından açıklanan Dünya Mutluluk Raporu bizdeki son gelişmeler için de ipuçları sunuyor. Siyasi kutuplaşmanın yükselişi ve yönü ile azalan mutluluk, sosyal güven arasında ciddi bir bağ olduğunu gösteriyor. 

Güven ve mutluluk birbirinden beslenen duygu durumlarıdır. Kamusal kurum ve organizmalara güvenin gelişmesi müreffeh bir ülke için elzemdir.

Tarihsel olarak toplumlar ve bireyler için tüm meslekler içinde güven ihtiyacının bam teli hekimliktir. Güven lafla yürümez, ondandır tüm meslekler arasında toplumla ilk kesintisiz evrensel sözleşmeye sahip mesleğin hekimlik oluşu. Hipokrat’tan bu yana gelişerek devam eden Hekimlik Andı’nı hatırlayalım.

Türkiye mutsuzlukta menfi yol aldıkça, sağlık ortamına güven de nasibini aldı. Sistemin yaraladığı hekimlik pratiği mutsuzluğumuzda önemli yer tutuyor. 

“Başkalarının nezaketine olan inanç mutlulukla yakından bağlantılı” diyordu ya Dünya Mutluluk Raporu; gözaltı giriş adli muayeneleri bir sağlık kurumunda değil de karakollarda, Emniyet binalarında polis nezaretinde yapıldığında, bırakalım etik ve hukukun çiğnenmişliğini, hekimliğe güven sarsılmaz mı? Mutsuzluğumuz derinleşmez mi? Muktedirlerin anlık ve dönemsel gereksinimleri ile kadim meslekler ve toplum arasındaki güven, nezaket erozyonu yaratılması affedilemez. 

 Ülke genelinde artan protesto gösterilerinde kimi kentlerde Emniyet Müdürlükleri talebi ile hekimlere emniyet binası içinde görevlendirme emirleri çıktı. Bu hukuk dışı bir uygulama olup hekimliğin mesleki özerkliğinin gaspı olasılığını güçlendirir.

Bu bağlamda İzmir Tabip Odası (İTO) yaptığı açıklama ile “Hekimlere, gözaltı giriş-çıkış muayenelerini yapmak üzere emniyet birimlerine gelmeleri yönünde yazılı talimat verilse dahi hukuka uygun olmayan bu talimata göre işlem yapılması kabul edilemez” olduğunu kamuoyu ile paylaştı ve Sağlık Bakanlığı’nı göreve çağırdı.

İTO, “Gözaltı giriş-çıkış muayenesinin, teknik anlamda adli tıbbi işlem” olduğunu ve “Ceza Muhakemesi Kanunu ile Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği, gözaltı giriş-çıkış işlemlerine esas tıbbî muayene, kontrol ve tedavinin, Adli Tıp Kurumu’na bağlı birimlerde veya resmî sağlık kuruluşlarında yapılacağını düzenlendiğini” hatırlattı.

Hekim meslek örgütü TTB’nin de belirtiği üzere gözaltı muayeneleri kişilerin gözaltında tutulduğu yerlerde yapılamaz. Görüşmenin; hekimlik mesleğinin, özgürce, evrensel etik ilkeler ve bilimsel standartlara göre uygulandığı ve resmi otoritenin baskısının hissedilmediği bir sağlık ortamında yapılması zorunludur.

TTB İnsan Hakları Kolu’nun yıllardır vurgulandığı önemli bir ayrıntı var: Gözaltında ya da cezaevinde olanların muayenelerinin ‘İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele Veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesini’ düzenleyen ve ülkemizin de taraf olduğu uluslararası sözleşme niteliğinde olan Birleşmiş Milletler İstanbul Protokolü ilkelerine göre yapılmaması, tıbbı raporların buna uygun düzenlenmemesi; DTB etik ilkeleri ve ulusal/uluslararası hukuk normları açısından "işkence bulgularının gizlenmesi", "hekimin işkenceye katkıda bulunması" ve "tıbbı uygulama hatası" kapsamında değerlendirilmektedir.

Hekimlikte mesleki özerklik mesleki bir beklenti olmayıp muhatabı insanlıktır. Beş dakikaya düşürülmüş muayene süreli kamu hastane pratiğinde, hastalar ve hekimler ile sağlıkçıların bir diğerinin nezaketine güveni zedelenmez mi? Denebilir ki sağlıkta şiddet ile birbirimizin nezaketine olan inançtaki erozyon ve ülke mutsuzluk katsayımız arasında paralellik var.

İşin özünde hekimlikte mesleki özerkliğin gaspı var. Üstelik bu gerçeklik ‘sağlığın gaspı’ ile hemhal.

1980 Darbe yıllarında sağlık ocaklarında “Vatandaş Türkçe Konuş” afişleri hekimlikte mesleki özerkliğe ilk büyük müdahaledir. Üstelik anadilinde anamnez yasağı olası tıbbi hata ile bir malpraktis nedenidir. Hekimliğin evrensel temel ilkesi ‘önce zarar verme’ düsturu ve ‘hastalar arasında ırk, dil vb. ayrımı yapmama andı ile çelişir.

  Hekimlerin mesleki özerkliğinde bir başka önemli erozyon nedeni kamuda performansa dayalı maaş, paralel olarak özel sağlık sektöründe prime dayalı maaş sistemidir.

Hasılı hekimler ve gençlik mutsuzluk paydasında buluşuyor. Hekimler mutsuz ve genç hekimler yurt dışına göç eyliyorlar. Almanya merkezli Konrad-Adenauer-Stiftung (KAS) Derneği, "Z kuşağı"nın Türkiye'nin güncel sorunlarına bakışını ve geleceğe dönük beklentilerini içeren kapsamlı bir saha araştırmasının sonuçlarını açıklamıştı 2022 yılında. “18-25 yaş kuşağındaki gençlerin dörtte üçünün politikacılara ve siyasi partilere güvenmediklerini” ve “gençlerin yaklaşık yüzde 72'u fırsat verilse veya imkânı olsa Türkiye dışındaki bir ülkede yaşamak istediğini” saptamıştı.

 Şimdi bir umut o gençler demokrasi için sokaklarda. Daha iyi bir ülke mümkün. Bu ülke terkedilen değil müreffeh, barışı daim eylemiş, demokratik, adil, yaşanılası bir ülke için yeterince tarihsel hafıza ve birikime sahip. Mücadelemiz ve dayanışmamız bundandır.

 Sağlıcakla kalın.

Evrensel'i Takip Et