Halka karşı sert, ABD’ye yumuşak!

Fotoğraf: Beyaz Saray
Kendi bekası ve kader birliği yaptığı tekelci burjuva gericiliğin çıkarları için ülke içinde halka karşı baskı ve şiddet politikalarını tırmandırıp sertleşen Erdoğan iktidarı, dışarıda ise ABD emperyalizmine karşı oldukça yumuşak.
Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve ardından tutuklanmasıyla gerçekleştirilen ‘sivil darbe’ üzerinden iç politikayı dizayn etmeye girişmeden üç gün önce 16 Mart’ta ABD Başkanı Trump ile bir telefon görüşmesi yapmıştı. Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff “muhteşem” ve “dönüşümsel” olarak nitelediği bu telefon görüşmesiyle ilgili olarak “Türkiye'den çok sayıda iyi ve olumlu haber geliyor” değerlendirmesinde bulunmuştu. Bırakalım “muhteşem” olarak değerlendirilmesini, Trump yönetimi için bir görüşmenin ‘iyi’ geçmesinin koşulunun ancak kendi dayattığı politikanın ya da planın muhatabı tarafından sorunsuz bir şekilde kabulünden geçtiği biliniyor. Dolayısıyla Dışişleri Bakanı Fidan’ın dün başlayan ABD ziyareti; iç politikada sıkıştıkça sertleşen Erdoğan’ın dışarıda Trump’a daha fazla sarılacağı, Trump’ın da bu durumu ABD emperyalizminin çıkarları için daha fazla kullanacağı dönemin başladığını haber veriyor.
19 Mart’taki ‘sivil darbe’, sadece hemen öncesinde Erdoğan ile Trump arasında bir telefon görüşmesi yapılmış olmasıyla değil, iç politikadaki zamanlamasıyla da dikkat çekiyordu. İmamoğlu uzun zamandır iktidarın hedefinde olduğu halde operasyonun, Öcalan’ın PKK ve Kürt siyasi hareketine yaptığı çağrının ardından ve Newroz kutlamalarıyla eş zamanlı yapılması hesapsız değildi. Çünkü iktidar yaptığı müdahalenin başarılı olabilmesi ve iç siyaseti kendini güçlendirecek biçimde yeniden dizayn edebilmesi için Kürt hareketi ile CHP ve demokrasi güçleri arasındaki iş birliğinin dağıtılması, bu güçlerin karşı karşıya getirilmesi gerektiğini görüyordu. Bu temelde iktidarın beklentisi Öcalan’ın çağrısı sonrasında Kürt hareketinin (DEM Parti) süreci bozmamak kaygısıyla hareket etmesi ve kendisine karşı bir tutum almamasıydı.
Aynı şekilde seçme ve seçilme hakkına yönelik müdahaleye karşı eylemleri yasaklamaya çalışan ve sokağa çıkan milyonlara çok sert müdahale eden iktidar aynı günlerde Newroz kutlamalarına karşı “hoşgörülü” bir tutum takındı. Gösterilere Kürt halkının hiç de yabancısı olmadığı cop, biber gazı, plastik mermi ve tazyikli su ile müdahale eden ve her gün birçok kentte yapılan operasyonlarda yüzlerce kişiyi gözaltına alan iktidarın geçmişte yüzlerce kez yasaklanan Newroz kutlamalarına izin vermesi de mücadele alanlarını ayrıştırma amacını taşıyordu.
Siyasal ufku şovenizmden ötesine gitmeyen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, İstanbul Saraçhane’deki eylemde Newroz kutlamalarını hedef göstererek iktidarın değirmenine su taşımıştı. Ancak hem DEM Parti Eş Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan’ın İBB ve CHP’ye dayanışma ve destek ziyaretleri yapmaları ve hem de CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Diyarbakır ve İstanbul Newrozlarına gönderdiği demokrasi ve barışı birlikte kazanma mesajları bu ayrıştırma politikasının önüne geçilmesini sağlamıştı. İktidarın amacına ulaşmasının engellenmesinde hem ‘sivil darbe’ye yönelik protesto gösterilerinde yer alan ve hem de Newroz kutlamalarına katılan emek ve demokrasi güçlerinin ortaya koyduğu tutum da önemli bir rol oynamıştı. Erdoğan’ın sol-sosyalist güçleri hedef göstermesinin ve birçok kentte gerçekleştirilen gözaltıların bu güçleri hedef almasının nedeni de buydu.
Bir yanda yaşadığı siyasal sıkışmışlık ve öte yandan Şimşek programının daha fazla açlık ve işsizliğe mahkum ettiği işçi sınıfı ve emekçi halk kesimlerinin artan hoşnutsuzluğu güç kaybeden iktidarı her alanda daha fazla sertleşmeye zorluyor. Tam bu noktada geçmişte burjuva muhalefeti her fırsatta ABD ve batılı emperyalistlerden medet ummakla suçlayan Erdoğan’ın kendisi Trump’a dört elle sarılıyor.
Beyaz Saray sözcüsünün İmamoğlu operasyonu konusunda yaptığı “Türkiye’nin iç işlerine karışmayız” açıklaması ile Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Witkoff’un Erdoğan-Trump arasındaki telefon görüşmesini “dönüşümsel” ve “muhteşem” olarak değerlendirmesini birlikte okumak gerekiyor. Trump yönetimi, Ortadoğu’dan Karadeniz, Kafkasya ve Avrupa’ya kadar ABD emperyalizminin çıkarlarına daha fazla hizmet etme karşılığında içeride kendi baskı rejimini sağlamlaştırmaya çalışan Erdoğan’a bir kredi açmış görünüyor.
Dışişleri Bakanı Fidan’ın dün başlayıp bugün de devam edecek olan ABD ziyaretinde bu konudaki pazarlıklar daha somut hale getirilecek. Fidan’ın görüşme ve pazarlıkları ayrıca Erdoğan’ın nisan ayı içinde yapılması beklenen ABD ziyaretinin de ön hazırlığı olarak işlev görecek.
ABD emperyalizmi, Erdoğan yönetiminden Ortadoğu’da özellikle İran’ı kuşatma ve dengeleme stratejisi kapsamında daha fazla rol üstlenmesini istiyor. Bu politika, görünüşte karşıt olsalar da Türkiye ve İsrail’i ABD’nin politik ekseninde bir araya getirmeyi hedefliyor. Türkiye’nin Suriye’de direniş ekseni içinde yer alan Esad rejiminin devrilmesinde üstlendiği rol ve Irak’ta hem merkezi yönetimle geliştirdiği ilişkiler (Kalkınma Yolu) ve hem de Irak Kürdistan Yönetimi üzerindeki etkisi, Türkiye’yi ABD’nin İran ve Ortadoğu stratejisi için uygun/kullanışlı bir aktör konumuna getiriyor.
Erdoğan’ın bir yandan Ukrayna’ya askeri yardım verirken öte yandan Rusya ile belli koşullarda uzlaşmayı savunması, Türkiye’yi Trump’ın bugünkü Ukrayna ve Rusya stratejisine de daha fazla yaklaştırıyor. Ancak bu durum, dengeler değişince (Çin’i önceleme stratejisiyle de bağlantılı olarak) ABD’nin Türkiye’den Rusya’ya karşı daha aktif bir tutum almasını istemeyeceği anlamına da gelmiyor.
Bunlara ABD emperyalizmine daha fazla bağlanmış bir Türkiye’nin Avrupa’nın yeni güvenlik mimarisinde üsteleneceği rolün, ABD emperyalizminin Avrupa üzerindeki kontrolünün araçlarından biri olarak işlev göreceğini de eklemek gerekiyor.
Bu pazarlıklar kapsamında Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 hava savunma sisteminin ABD-NATO üstlerinden birine konuşlanması gibi bir formül üzerinden uzlaşmanın sağlanması ve devamında Türkiye’ye beklediği F-16’ların verilmesi ile F-35 savaş uçağı projesine yeniden dahil edilmesi (Türkiye’ye yönelik CAATSA yaptırımlarının kaldırılması) gibi adımların gelmesi sürpriz olmayacaktır.
Bir “zafer” kazanmaya ya da zafer havası yaratmaya çok ihtiyaç duyan Erdoğan, ABD emperyalizmine daha fazla bağlanmayı ve Türkiye’yi ABD emperyalizminin çıkarları temelinde gerilim ve çatışmaların içine sürükleyecek böylesi bir politikayı bir “zafer” gibi sunmaktan da geri durmayacaktır.
Kuşkusuz Fidan’ın ABD ile pazarlıklarının başlıklarından biri de Suriye Kürtleri, ABD’nin SDG (Suriye Demokratik Güçleri) ile iş birliği konusu olacaktır. Türkiye bu konudaki pazarlıklarda elini güçlendirmek için geçtiğimiz günlerde Ürdün, Lübnan, Irak ve Suriye’deki geçici yönetimle birlikte IŞİD’e karşı “Ortak bir operasyon ve istihbarat mekanizması” kurmuştu. Erdoğan iktidarı, SDG’nin tasfiye edilmesini ya da en azından gücünün sınırlanmasını Kürt hareketini baskı altına almak ve kendi kontrolünde bir “çözüm”ü dayatmak için zorunlu bir politika olarak görüyor. Erdoğan bunun için Trump’a yeni tavizler vermeye de hazır durumda.
Bu politika sadece Erdoğan iktidarının Kürt sorununun barışçıl-demokratik çözümü gibi bir derdinin olmadığını göstermiyor aynı zamanda Öcalan’ın çağrısına rağmen yeniden çatışmalı bir sürece girilmesi tehdidini büyütüyor.
Sonuç olarak, giderek gücünü ve meşruiyetini kaybeden iktidar, çözümü içeride baskı ve şiddet politikalarına daha fazla sarılmakta ve dışarıda da ABD ve batılı emperyalistlere bağımlılığı derinleştirmekte arıyor. Bu ülkenin halkları ve her milliyetten işçi-emekçilerin eşit haklar temelinde barış içinde ve insanca yaşayabilecekleri bağımsız ve demokratik bir geleceği kurabilmeleri, her şeyden önce artık kendisi bir beka sorunu haline gelen bu iktidara karşı güç ve mücadelelerini birleştirmelerinden; 19 Mart’tan bu yana süren yaygın ve kitlesel eylemlerin ve Newrozlarda Kürt halkının ortaya koyduğu iradenin açtığı yolu hep birlikte büyütmekten geçiyor.
Evrensel'i Takip Et