Grevin gücü, boykotun etkisi

Fotoğraf: Evrensel
Grev ve boykot eylemleri, emekçilerin tarihsel mücadelesinde sadece ekonomik taleplerin değil, aynı zamanda siyasal hakların kazanılmasında da en etkili araçlar olmuştur. Kapitalist üretim ilişkilerinin emek üzerindeki denetim ve tahakkümünü kırmanın en güçlü yollarından biri, üretimden gelen gücün örgütlü biçimde kullanılmasıdır. Bu noktada grev, doğrudan üretimi durdurarak sermaye birikim sürecine müdahale ederken; boykot, tüketim ve hizmet alanında sermayeye karşı baskı oluşturmak açısından önem taşır.
Boykot, halkın gündelik yaşam içindeki tüketim gücünün politik bir tavra dönüşmesini sağlayan ve başarılı olduğunda muhatabını geri adım attıran etkili bir eylem biçimidir. İnsanlar bir ürünü, markayı ya da kurumu boykot ettiğinde sadece tüketimden değil, aynı zamanda o kurumun temsil ettiği politikalardan da vazgeçtiğini ilan ederler. Boykotlar, örgütlü ve uzun süreli olarak hayata geçirildiğinde iktidarı ve destekçilerini sarsacak güce erişme potansiyeline sahiptir.
Ekonomik gücü elinde bulunduranların tek dayanağı, bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı olan emeğin ve tüketimin sürekliliğidir. Bu halkalar grev ve boykot gibi eylemlerle kesintiye uğradığında zincirin kopması ve çarkların bir süreliğine de olsa durması önemlidir.
Kapitalist sistem, emeği değersizleştirip emekçileri güvencesizliğe ve angarya çalışmaya mahkum ederek, hak arama yollarını yasaklayarak ayakta kalmaya çalışıyor. Grev, üretim sürecinde yarattığı yıkıcı etki nedeniyle -ve tam da bu nedenle- otoriter rejimlerin en çok korktuğu eylem biçimlerinden birisidir. Çünkü grev, sadece emekçilerin üretimden gelen gücünü kullanarak işi durdurması anlamına gelmez. Aynı zamanda sömürüye ve baskıya karşı “artık yeter” deme iradesidir. Bu nedenle grev, sadece talepleri dile getirmek açısından değil; işçilerin üretim sürecindeki yerini ve önemini tüm topluma göstermesi bakımından da en etkili mücadele aracıdır.
Grev ve boykotlar, sadece doğrudan katılımcıların değil, toplumun geniş kesimlerinin de siyasal bilinç kazanmasını sağlar. Bu eylemler aracılığıyla halk, kendi yaşam koşullarının sistemsel nedenlerini sorgulamaya başlar. Bu süreç, aynı zamanda sınıf bilincinin gelişmesine de katkı sunar.
Grev ve boykotlar, iktidarın baskıcı uygulamalarına karşı doğrudan bir tepki aracıdır. Otoriter rejim koşullarında yasaklanan grevler, fiili meşruiyeti öne çıkarır. Geçtiğimiz dönemde DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş üyesi işçilerin, Saray’dan gelen grev yasaklarını tanımayarak grevlerine devam etmesi ve önemli kazanımlar elde etmesi bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Bu noktada belirleyici olan, mevcut yasalar ya da yasaklar değil; başından sonuna emekçilerin ve halkın iradesinin belirlediği politik bir zeminin yaratılması ve bu zemin üzerinden kararlı adımlarla ilerlenmesidir.
Halkın seçme ve seçilme hakkının doğrudan hedef alındığı, demokratik tepkilerin baskı ve polis şiddetiyle bastırılmaya çalışıldığı, tutuklamaların arttığı ve sansür mekanizmasının bizzat devlet eliyle devreye sokulduğu koşullarda, grev ve boykot gibi araçlar halkın sesini duyurabileceği, kendi gücünü hissettirebileceği meşru ve etkili mücadele biçimleridir.
Emeğin değersizleştirildiği, hak aramanın suç sayıldığı, en küçük itirazların bile zor ve şiddet yoluyla bastırıldığı bir düzende grev yapmak, boykot örgütlemek hayati önem taşıyor. Ülkede bir haftadır yaşanan gelişmelerin ardından geniş kitleler, gerek “genel grev, genel direniş” talepleriyle gerekse kitlesel boykot çağrılarıyla herkesi bu direnişin öznesi olmaya çağırıyor. Sendikalar, meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri ve tüm ilerici güçler tarafından bu çağrılara verilecek olumlu yanıtlar, sadece bugün açısından değil, gelecek açısından da büyük önem taşıyor.
Evrensel'i Takip Et