Gerginlik olmadan yapamayanlar

Özellikle kulüp yöneticilerinin fanatik taraftarların gönlünü hoş tutmak amacı dışında hiçbir anlamı olmayan açıklamalarıyla gerginleşen futbol ortamı, milli maç araları sayesinde biraz olsun yumuşuyor. Milli takımın 4 gün arayla oynadığı iki Macaristan maçı, karşılıklı atışmalarla yaratılan hengamenin boğucu atmosferini dağıtıp adeta kısa süreliğine de olsa nefes almamızı sağladı.

Lakin, iki maçı da kazanarak UEFA Uluslar A Ligi’ne yükselen Milli Takım’ın bu başarısı bile gerginliği tam anlamıyla unutturmaya yetmedi.

Özellikle sosyal medyada görüyoruz ki böyle zamanlarda fanatikliğini milli takım üzerinden kusarak gerginliğin diri kalmasını sağlamaya çalışanların sayısı hiç az değil. Arızalı bakış, varlığını her yerde, her şekilde göstermekten vazgeçmiyor.

Ortama huzurun hakim olmasına izin vermemeye yeminliler sanki ve illaki gerginlik yaratacak konu(lar) bulup gündemi boş tartışmalarla meşgul etmeyi beceriyorlar. Gerginliği, temel yaşam motivasyonu haline getirdiklerini söylemek mümkün.

Bunlar ilk olarak kendi tuttukları takımdan niye daha çok oyuncunun milli takım kadrosuna davet edilmediğini sorgular. Ardından da milli takımın sahaya sürülen on birini. Taraftarı oldukları takımın oyuncusunun yedek kulübesinde oturtulmasına anlam veremezler ve bu işin altında mutlaka bir bit yeniği ararlar.

Birtakım istatistiki verilere dayanarak yaptıkları kıyaslamalarla, başka takım oyuncularının performansını kötüleyip ilk on birde forma giymeyi en çok kendi tuttukları takım oyuncularının hak ettiğini söylerler.

Onlar için milli takım teknik direktörünün oyuna, oyunculara nasıl baktığı, oyun ve oyuncular hakkında ne düşündüğü, hangi oyun planı içinde hangi oyuncuları nasıl kullanmak istediği gibi konuların hiçbir önemi yoktur. Bunlar zaten fanatikler için pek bir şey ifade etmez. Düz bakarlar. “Milli takım kadrosuna en çok bizim takımdan oyuncu alınmalı ve Milli Takım’da en çok bizim takımın oyuncuları oynamalı.”

Kendi takımlarından ne kadar çok oyuncu oynarsa milli takımın olası başarısında en büyük gurur payını kendi takımlarına çıkarmak o kadar kolay olacaktır. O gururun, ayrıcalık ve üstünlük vurgulu söylemlerle birlikte diğerlerini küçümseyen, aşağılayan bir kibre kadar yol alacağından elbette şüphe edilmez…

Başarısızlık durumunda ise nasıl olsa sığınılacak bahane bulunur. Bahane bulmakta zaten hiç kimse elimize su dökemez.

Bütün bunlar aslında oyunu değil, kendi takımımızı, kazanmayı ve gerilim yaratmayı sevdiğimizi gösteriyor...

Bu arada milli takım demişken, A milli takımın iki Macaristan maçında hem oyun hem skor anlamında üstünlük kurması ne kadar umut verici olsa da geçtiğimiz günlerde milli takım altyapısını oluşturan takımların Avrupa’nın sıradan ekipleri karşısında aldığı başarısız sonuçlar geleceğe dair bir o kadar karamsarlık yarattı.

U20 milli takımı, Romanya’ya 3-1 yenilerek U20 Elit Ligi’ni sekizinci ve son sırada tamamlarken, Galler karşısında sahadan 3-1’lik yenilgiyle ayrılan U19 milli takımı da Elit Tur Grubu’nu son sırada bitirdi. Norveç’e 4-0 yenilen U17 milli takımı ise A Ligi’nden B Ligi’ne düştü.

Bütün bunların yanında ümit milli takım da İstanbul’da oynanan özel maçta Belarus’a 3-2 yenildi.

Ortada ciddi bir altyapı sorunu olduğunu gösteren ve dikkatlerin, milli takım alt yaş kategorilerine odaklanması gerektiğini adeta haykıran bir tablo…

EVRENSEL'İNMANŞETİ

"Yarınımızı istiyoruz"
Meydanları dolduran, gaza boğulan, tutuklanan ve vazgeçmeyen gençler anlatıyor

"Yarınımızı istiyoruz"

Üniversiteli, liseli, işçi, işsiz… Her kesim ve her görüşten gençlerin isyan nedeni aynı: Saray iktidarının yoksullaştıran ekonomi politikaları, siyasal baskılar ve geleceksizleştiren politikalar. Gençler yarınlarını garanti edecek bir ekonomi, güvenceli iş, demokrasi ve adalet istiyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
30 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et