27 Mart 2025

Dalda çürüyen kızıl elma

Geçtiğimiz ağustosta Malazgirt Zaferi’nin 953. yılı törenlerinde Erdoğan, ‘Alparslan’ın ordusunda Kürtler, Araplar ve İslamla müşerref olan diğer kavimlerin mübarek kanlarının bu topraklarda birbirine karıştığını’ söylüyor, o günden bugüne milletin Kızıl Elma seferinde yürüdüğünü iddia ediyordu. Aynı ayın sonunda Zafer Bayramı vesilesiyle yaptığı konuşmada ise bu yürüyüşün güncel hedefinin iç cephenin sağlamlaştırılması olduğuna işaret etmekteydi. İç cephe hedefi ‘bizim kızıl elmamız’dı.

Kızıl Elma açılımının ne anlama geldiği çok geçmeden anlaşıldı. Birincisi; PKK’nin silah bırakması ile içerideki ve Suriye’deki Kürtlerle ilişkileri yeni bir düzeyde kurmak ve bu arada Kürt siyasetini iktidara yedeklemek. İkincisi; halkı ezen iktisadi politikaların yükselttiği tansiyonu, Ortadoğu’daki gelişmelerin şu aşamasında Türkiye’nin de İsrail’in hedefinde olduğu propagandası eşliğinde dış düşmana ikame etmek.

Bu hızlı manevralar yapılırken Suriye’de cihatçı çetenin iktidara yerleşmesiyle kırılgan da olsa bir istikrar görüntüsünün ortaya çıkması, Ukrayna’nın ABD Rusya arasında paylaşılması, Öcalan’ın silah bırakma çağrısı yapması; bu adımların hiçbiri barışın garantisi olmamasına rağmen, halkın üzerindeki, her vesileyle milleti ihanetle suçlamaya hazır iktidar siyasetinin basıncını bir parça hafifletmiş sayılır. Bazı ultramilliyetçi kesimlerde ise kendilerinin ihanete uğradıkları duygusunu artırdığı da bir gerçektir.

İmamoğlu’nun diplomasını iptal ettirip gözaltına aldıran Saray rejimi baskı ve cezalandırmalarla, yasak ve aşağılamayla harcını karmaya çalıştığı uygun adım marş rejimi altında patlamaya hazır, nasıl büyük bir tepkinin birikmiş olduğunu kestiremedi. Ya da baş edebileceğini düşündü. Paydos zili öncelikle, beklenmeyen bir yerden, 12 Eylül’den bu yana zapturapt altına alınmış, 15 Temmuz’dan sonra da iyice sıkıştırılmış üniversitelerden çaldı.

Aslında hareketi Saraçhane’deki gece mitingleriyle disipline etmeyi başarabilmiş ana muhalefet partisinin de beklediği bir tepki değildi bu. Kaldı ki İstanbul, İzmir, Ankara’dan canlı yayınlarla izlenen eylem-miting-yürüyüşler Gezi direnişinden geçmiş bir halkın tecrübesinden akarak küçük kentlere, mahalle aralarına, evlerin pencerelerinde tencere tava çalmaya kadar genişledi. Açılımdı-yumuşamaydı diyerek kendisini iktidar makamlarının tepkilerine göre ayarlayan, kırmızı kart çıkarmak gibi komik protesto biçimleri ortaya atan, ancak üye tabanını aktive edemeyen ve etmekten de korkan, devlet partisi olmaktan halk partisi olmaya geçemeyen CHP’ye cüret kazandıran da bu beklenmedik hareket oldu. Zaten öyledir; eski, Ecevit’li CHP’yi ’70’lerde tek başına iktidara getiren de onu aşağıdan zorlayan da halktaki politizasyondu.

Bu politizasyonu kimi yandaş TV kanallarının iddia ettiği gibi ’70’lerdeki gibi sol içerikli olarak görmek mümkün değil. Fakat yönlendirilmesindeki ve birikimindeki etkisi de küçümsenemez. Daha düne kadar sözünü ‘Silivri soğuktur’ diye esirgeyen ya da bastıran ama bugün Saray’ın inzibati rejiminin üstüne yine askeri bir söylem kullanarak Mustafa Kemal’in askerleriyiz sloganını atarak yürüyen geniş gençlik kitlesinin itici gücünün, kendilerini nasıl ifade ederse etsinler muhafazakar-milliyetçi doktrin olmadığı da açık. Eylemin nesnel içeriği siyasal düzenin değişimini isteyecek kadar geniş oldu. Eşitlikçi ve hukuki bir düzen, özgürlükler, haksızlıklara son verilmesi, Erdoğan’ın istifası.  

Tek adam rejiminin daldaki kızıl elmasını, iç cepheyi yukarıdan emirlerle değil kendi iradesi ve demokratik talebiyle kuran ve asıl tehdit ve tehlikeyi Saray’a işaret ederek gösteren kitlenin cüreti çürüttü. Gençlik orada bulunuşlarını açıklayan sloganları, naif dövizleri, biber gazına karşı gösterdikleri cesaretleri, şarkıları ve danslarıyla faşizme karşı bir barikat kurmaya çalıştı. Bu eyleminden kazanımla çıktı.    

Öğrencilerin okul boykotu çağrısını takip eden, Özgür Özel’in çeşitli şirketlerin markalarına yönelik tüketimden gelen gücü kullanma çağrısına gençliğin ikna olması haksız değildir. Ne var ki kapsayıcılığında kendi sınırına varmış görünen meydan ittifakının genişleme koşulunun, protestolara nitelik ve katlanmış etki sağlayacağı açık olan üretimden gelen gücün kullanılması olacağı da hatırlanmalı.

Öte yandan bu hareketin, üzerinde ortaklaşılmış talepleri hiçe sayarak onu belirsiz hedeflere yönelten ırkçı eğilimlerle, bu eğilimin politik dışa vurumu olan lümpenlikle bağını kesmesi gibi bir sorununun da olduğunun altını çizmek gerekir. 

Bu karışık kitleyi provokasyonlara karşı korumak için Özgür Özel’in gösterdiği hassasiyet önemlidir. Her eylemden sonra sabaha karşı basılan evlerden gözaltına alınan bazıları tutuklanan insanların; Eğitim Sen’in cezalandırılması, kaşla göz arasında baroya kayyum atamanın, Beyoğlu belediye başkanının ifadeye çağırılması hâlâ daldaki elmanın düşmemesi için iktidarın epey çaba harcayacağını gösteriyor. Bir hafta boyunca süren kitle hareketi İstanbul’u iktidara vermedi ancak bu durum güzide metropol üzerindeki kâr, rant ve hegemonya savaşının bittiği anlamına gelmiyor.

Meydanlarda atılan sloganın enerjisi bakiyse, gençlik sonrasına işaret etmeyi unutmadı: Bu daha başlangıç mücadeleye devam.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Başarmak mümkün

Başarmak mümkün

Alana çıkan milyonlar, ‘Diktayı piyasalar götürür’ liberal kadercilik yanılgısına teslim olmuyor. Elinde piyasa etkilerini kontrol etmeyi sağlayacak araçları olan ve günlerdir kullanılan o araçlar ile ülke halkı, soyan iktidar karşısında kaderini eline alıyor. İktidarın askerileşmiş birikim modelinin devamı için uyguladığı şiddeti de ortaya koyduğu anayasa oyununu da bozacak olan araçlar alandan neşet ediyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
30 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et