Utanıyorum

Görsel: Evrensel, Erdoğan Fotoğrafı AA'ya aittir.
Ekonomik krizler ekonomik sistemlerin çok net anlaşılabilmesine olanak sağlayan nadide anlardır. Krizlerde kapitalist devletin hangi kesimlerin yanında, hangilerinin ise örtülü şekilde karşısında olduğu çok net görülür. Ne var ki, tam bir burjuva uyanıklığı ile krizlerde yoksulun ezilmesi de piyasa işleyişinin bir sonucu olarak halka yutturulabilir. Bu koca yalanı yutan olduktan sonra, mesele yoktur!
Sosyal krizler de toplumsal yapının dokusunu ele veren nadide anlardır. İçinden geçtiğimiz derin kriz esnasında yandaş medyada “akıldanelerinin“ mantık paralamadaki birbiri ile yarışları izlendiğinde, dünya matematik şampiyonasında tüm rakiplere parmak ısırtacak derecede yüksek olduğu görülür. Yazık, gerçekten utanıyorum!
Medyada İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve onun etrafında CHP ile ilgili beyanları dinledikçe, öylesine zeka fışkırmalarına tanık oluyoruz ki, bunlara karşı tepki artık kızmanın ya da sinirlenmenin çok ötesine geçerek, insanın kahkaha ile gülmesi geliyor. Eğitim sistemimizden felsefe, mantık ve matematik derslerinin kaldırılması ya da hafifletilmesinin toplumun şekillenmesinde ne denli yararlı ve etkili olduğu yaşananlardan çok net anlaşılıyor.
Efendim, gelelim konumuza; İstanbul Üniversitesi 30 küsur yıldan sonra uyanarak, bazı diplomaları iptal ediyor. Ben de bu üniversitenin bir mezunuyum; acaba bir gün benim diplomam da iptal ediliyor olabilir mi? Bu nasıl bir gaflet ve cehalettir ki, iptal edilen diplomaların altında dönemin makbul rektörünün imzası var; ellerine bu belgeleri alanlar kamu ve/veya özel kesimde iş tutmuşlar, hatta bir hanımefendi hocamız bu diploma üzerine bir de muteber bir yabancı üniversitede yüksek eğitim almış olarak şu anda muteber bir üniversitede bölüm başkanı olarak görev yapmaktadır. Bu süreçte bir görev mi yapıldı; birilerinin durumunun meşrulaştırılmasına mı çalışıldı; birilerinin kazanılmış hakları kazanılmamış haklara mı dönüştürüldü, bilemiyorum! Bildiğim tek şey, olması gereken siyasi mücadele alanının hatırı sayılır idari alanlara tebdil edilmesi olarak gözüktüğüdür. Belki de, bir tartışmayı sonlandırmak ya da bir taşla iki kuş vurma hesabı yapılmış olabilir! Olabilir de, mücadeleyi dürüstçe siyasi alanda yapmak yerine, binbir soruna yol açan usulsüzlüklere, Sıffın Savaşı benzeri entrikalarına ne gerek vardı ki? Bu savrulmalara utanıyorum!
Peki, diyelim ki, İBB Başkanının diploması gerçekten sahte idi, bu zat 16 milyonluk İstanbul’u yönetmeye aday olurken, iki kez seçimi kazanıp mazbatasını alırken devletin ilgili organları bu denli kör ve sağır mı idi? Ben bir vatandaş olarak böyle bir tahkikatı yapmaya ne yetkiliyim, ne de ehilim. Bu işi benim adıma ilgili yetkili makamların yapması gerekirken, neden vaktinde yapılmadı da, tam bir siyasi çekişme esnasında olay farklı yerlere çekilerek, velev ki haklı olsun, insanlar mağdur edildi? Bu durumu kim, nasıl telafi edecek? Peki, gerek üniversite organlarından, gerek ilgili idari makamlardan bu gafletinin hesabını kim, nasıl soracak? Bir devlet kademesi durumdan kuşkulandı ve kendine bağlı daireleri harekete geçirerek ulaştığı sonuçla iman edecekse, aynı devlet kademesinin tüm bu aksayan makamlara da hesap sorması gerekmez mi; yoksa amaca(!) ulaşıldıktan sonra huzurla bir bardak su ile mi yetinilecektir? Sizce, böylesi hata yapmış bir organ silsilesinden hata sormayan idari ve adli mercilere ve bunlara hükmeden siyasi organa saygı duyulur, itimat edilir mi? İşte iç içe geçmiş meselenin püf noktası, belki de yandaş medyanın kasıtlı olarak atladığı nokta burasıdır.
Siyasi alanda yürütülmesi gereken meselenin bir şekilde idari alana aktarılmasının sebebi acaba, ikinci alanın hakimiyete dayalı olması olabilir mi? Yandaş medya istediği alanda kırkı kırk yararken, göze batan bu kaba noktayı acaba atlamış mıdır, yoksa görüntü alanı dışında mı tutmaya çalışmaktadır? Genel ifadesiyle, hak hukuk ve adalet kavramları bu bağlamda çok önemlidir. Diğer bir yaklaşımla, muhafazakarlık anlayışıyla da insan hakkı ya da kul hakkı denen anlayış buralarda geçerlidir. Anlaşılan o ki, her iki anlayışın da siyasi mücadelelerde esamisi okunmuyor; bu da demektir ki, halkın kutsal duyguları dikkate alınmıyor ya da benimsenmiyor. Hiçbir mücadele haklılığı ihlal ederek bir adım öne geçemez, nerede kaldı ki, siyasi alanda olması gereken bir mücadelede!
Ne ilginçtir ki, bu yazıyı yazarken 12 punto yayın organında adalet bakanının, “Soruşturma tamamen bağımsız adli makamlar tarafından yürütülmektedir” ifadesi yer almaktadır. Bir rastlantı mı, bilemiyorum, bu sıradan klasik ifadenin hemen arkasındaki diğer haberde ise, “Uluslararası araştırma kuruluşları, Türkiye’nin hukukun üstünlüğü endeksinde Tanzimat döneminin gerisinde kaldığını tespit etti. Verilere göre, Tanzimat döneminde 0.20 olan endeks puanı, 0.18’e geriledi” ifadesi yer alıyordu. Bu savrulmalara utanıyorum!
Toplumsal gösteriler ve kalkışlar engellenen ya da kapanan siyaset alanlarının aşılarak seslerin duyurulması amacıyla gerçekleştirilen, çok sıkışık dönemlerde ise patlamalara sahne olabilen demokratik girişimlerdir. Gösteri ve yürüyüş Anayasa’da tanımlanmış demokratik bir haktır. Güvenlik güçlerinin görevi bu hakkın kullanılmasının engellenmesi değil, kullanım esnasında insanlara ve çevreye zarar verilmesinin önlenmesidir. TV ekranlarında Londra’da Türklerin sokak gösterilerine güvenlik güçlerinin nasıl uzaktan izlemek dışında müdahale etmediğini gördükten sonra, lütfen ülkemizdeki durumu biraz düşünelim. Medyanın son gösterileri çağdaş anlayışla ele alması gerekirken, bunun yerine gerçekten olmaması gereken bazı kırıcı olayları tüm gruba mal ederek toplumsal algılamayı çarpıtması, halkın demokratik gösteriş ve taleplerini duyurma hakkına müdahalesi olarak bizatihi medya suçu oluşturur. Ne var ki, çağdaş medya yapımızda böylesi davranışlarla karşılaşmaktayız. Utanıyorum bu tür davranışlardan!
Hepsini, tüm detayı bir tarafa bırakarak şimdilik odakta olan İBB’deki olaylar tartışılırken, belki dil sürçmesi ya da kayması görüntüsüyle suçlamalar kısmen diğer CHP’li belediyelere de kayarken her nasılsa diğer partili belediyeler atlanmaktadır. Tartışmanın ahlakı, ya sadece ele alınan dokuda odaklanmayı, ya da etrafa sarkmalar yapılacaksa ayırım yapılmadan tüm etrafa aynı dozda sarkma yapılmasıdır. Bu kurala uyulmadığı durumda, medyanın yansızlığına, ahlak kuralarına uyduğuna inanmak olası olabilir mi? Bu durumda, lütfen kırılmayalım, bazı medya organlarının yandaş olarak gösterilmesi doğal olmaktadır. Bu durum dolayısıyla da utanç duyuyorum!
Ulusal ya da yerel alanlarda iktidar sahipliği, halkın rızası sürdüğü sürece makbul ve muteberdir. İktidara geliş kadar iktidar için çekişmelerin de siyasal alanda yapılması esastır ve iktidarın itibarının garantisidir. Ancak bu koşullara uyulması bir toplumun demokratik olma derecesini gösterir, iktidarların da meşruiyetini sağlar. Türkiye bir kabile değildir ki, toplumun bir kesimi siyasi partisi ve örgütleriyle diğer kesim üzerinde hakimiyet kurmaya çalışsın. Düşüncem odur ki, burjuva toplumlarında farklı toplumsal kesimleri temsil eden farklı siyasi yapılar, iktidara geldiklerinde kesimler arasında ayırım gözetmeden, tümüne eşit yaklaşım yapıp, hizmet sunmak durumundadır.
Tüm sorunlarımızın suhuletle çözülmesi dileklerimle, değerli okuyucularımızın ve tüm vatandaşlarımızın Şeker Bayramı’nı kutlarım.
Evrensel'i Takip Et