28 Mart 2025

Edebiyat yapıyoruz

DİĞER YAZILARI

Ne oldu, nasıl oldu, ne olacak? Bu sorularla ayaktayız günlerdir. Yarını bilmeden yarına yazı bırakmak kolay değil.

“Hani derler ya,

Sevilmeden sevmek

Uyumadan yatmak,

Gelmeyeni beklemek

İnsanı öldüren üç şeydir”

diyordu Némirovsky.

Biz öleyazdık, memleketi bunca severken tehdit edildik, mahrum edildik, azarlandık, kimsenin derdi değildik, sevildiğini bir gün hissedememiş halktık.

Sabahlara kadar kırpmadık gözlerimizi, Narinler geçti önünden, Rabia Nazlar, Berkinler, cinayetler, yangınlar, seller, depremler. Uyku kimi gün bizi hayattan koparacak gibiydi, kim bilir kaç kere yattığımız yerden doğurduk güneşi.

Gelmeyeni bekledik ki adı adaletti.

Ölüyorduk, içten içe her gün, kahır ve keder altında, önünü göremeden sisler içinde, vicdanın kanında boğulayazmış, çaresizlikten ölüyorduk.

Tepkiden doğan bir Gezi yaşamıştık. Nefes alacağız sandığımızda ot tıkadılar canımıza. 

Bir şey doğdu sokağa, kimsenin öngöremediği bir şey, öfkeden doğdu bu sefer.

Psikolog H. Cloud duyguları şöyle anlatıyor kitabında:

“Korku, tehlikeden uzaklaşmamızı ve dikkatli olmamızı söyler. Üzüntü, bir ilişkiyi, bir fırsatı veya bir fikri kaybettiğimizi söyler. Öfke de bir işarettir. Tıpkı korku gibi öfke de tehlikeyi işaret eder. Ancak öfke bizi geri çekilmeye yönlendirmek yerine, tehditle yüzleşmemiz gerektiğini anlatan bir işarettir. Öfke, sınırlarımızın ihlal edildiğini bildirir. Bir ülkenin radar savunma sistemi gibi öfke duygusu da incinme veya kontrol altına alınma tehlikesi altında olduğumuzu bildirerek, bir ‘erken uyarı sistemi’ görevi yapar.”

Gecikmiş bir uyarı sistemiyle karşı karşıyayız. Gündemin yoğunluğundan hiçbir siyasi güç öfkeyi örgütlemeyi başaramamıştı. Kendiliğinden örgütlenmesi zaman aldı. Her şey politik ama hiçbir şey siyasi olmadan aktı sokağa. Siyasetin kökeni “atın idaresi”nden gelir.

Öfke, otoriter rejimlerin kendine seçtiği mekanizmalardan biridir. Öfke kusarak ayrıştırır kimlikleri, öfkeli tonla hakikatin ötesine taşır beyanlarını, öfkeli söylemlerde kılıflandırır ülke adına verdiği tavizleri. Öfkeyi yoğurup koyar ortaya, çatıktır rejimin kaşları, eline bir bebeğin başını okşamak bile yakışmaz genelde. Sıkıştığı yerde bir öfke tohumu bırakır farklı kesimler arasına, bildiği yoldan rahat gidebilmek için. Ama işte güç, gün gelir büyük bir zehre dönüşür, izanı kaybettirir, hesap hatası yaptırır ve gözün önünde kaynayan öfke denklemin dışında kalıverir. Köpürür köpürür ve taşar, hedefini bulur.

Bir polisiye romandan alıntılayıp kaydetmişim şu satırları: “Sendeki şalteri attıran şeyin ne olduğunu bildiğimi sanmıştım. ‘Yeni bir tür öfke’ demiştim. Ne kadar yanılmışım! Senin duyduğun türden öfke dağlar kadar eskidir. Sadece sen, bütün bu yıllar boyunca onu sıkı sıkıya içine hapsetmişsin.”

Sokağa taşanı tanımlar gibi şimdilerde. Herkesi şaşkına çeviren korkunun üzerine yüz binlerin yürümesi, sessizliklerinden hiç şüphelenilmeyen gençlerin baraj kapaklarının kırılması, Gezi’deki gibi kütüphaneleriyle, danslarıyla, ağaçlara kurulu renkli hamaklarıyla, forumlarıyla bir yaşam alanına dahil olmak isteğinden öte, ayakta dikilmek, TOMA’ya göğüs germek, gazı solumak için kapatılan yolları yürüyerek aşan ve saatlerce dimdik durmayı göze alanların inadı, ne meydanlarda kaynaşma ne birbirine politik doğruculuk dayatma kaygısı, her kesimin ayrı ayrı bilediği öfkesinin birbirini sokakta tanıyışı.

Emile Zola da Nasıl Ölünür’de “Paranın zehirlediği ölümden sadece öfke doğar. Tabutların üzerinde dövüşülür” diye yazmıştı. Çok tabut geçti ellerimiz üzerinden, demek ondanmış ellerdeki kuvvet, ölüleri mezara taşırken herkes nasırlanmış olmalı.

Öfkeyi bastırmanın yolu, onu korkuyla yeniden yüzleştirmeye çalışmak mı? Herkesi tutuklayıp ağır şiddete maruz bırakmak bu köpüğü indirir mi? Kemal Tahir Kelleci Memet’e sordurmuştu bunu, yanıtı içinde gizleyerek: “Korkumuz dağıldı beyim, bizi yeniden öfke sardı. Adamı korkunun ardından öfke sarıyor. Neden beyim?​”

Korkunun el değiştirdiği zamanlar mı geldi yani öfkenin el değiştirdiği gibi? Korkusuyla hiç yüzleşmemişler ne kadar zamanda öğrenir korkuyu yönetebilmeyi? Öğrenemedikçe karnı zayıflar mı? Hata üzerine hata yaptırmaz mı korku?

Korkunun üstadı Stefan King’in de dediği gibi: “Korku cezadan çok daha beterdir çünkü ceza bellidir, ağır da olsa, hafif de hiçbir zaman belirsizliğin dehşeti kadar, o sonsuz gerilimin ürkünçlüğü kadar kötü değildir.”

Hesap günü bir nevi gelmiş anlaşılan, çektirilmiş tüm cezalardan bilenmiş adımlarıyla dört duvar bir azap örüyor halk hak edenlere.

Bu yazı yayımlandığında belirsizlikten çıkılmış olur mu bilmem ama evlerden çıkılmış, meydanlara akılmış olunacak. Bu hafta yine edebiyata sığındım, alıntılarla dolu bu köşeyi yazma sebebim, şu iki satırı en sona koyabilmekti itiraf ederim:

“Bu coşup taşan öfke, bu kötülüklere amansızca saldırış, alçalmış insanları kepaze ediş, işte asıl edebiyat budur” Gonçarov.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Tekellere risksiz kâr
Halka ayrı uluslararası şirketlere ayrı hukuk

Tekellere risksiz kâr

Türkiye’yi uluslararası sermayeye “kârlı ve güvenli bir liman” diye pazarlayan Erdoğan iktidarı tekellere yeni hukuki güvence verdi: Yasal değişiklikler olumsuz etkilerse vergi indiriminden kamu alım garantisine uzanan ve toplamı 1.1 trilyon lirayı bulan teşvikler verilecek, kârlılıkta risk sıfırlanacak. Geleceksizliğe, yoksullaşmaya ve siyasal baskılara karşı sokağa çıkanlara ise daha fazla gözaltı ve tutuklama vadediliyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
30 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et