Milyonlara düşman hukuku

Fotoğraf: ANKA
Tarih tekerrür etmez ancak kıyas yaşananları anlamayı ve anlatmayı kolaylaştırır. Son on günde yaşadıklarımız ise darbe dönemleri hariç hiçbir şeyle kıyaslanacak gibi değildi. Hatta bazı yönleriyle darbe dönemlerini de aştı.
On gün öncesinde de fiili OHAL uygulanıyor, yargı bir silah olarak kullanılıyordu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 18 Mart’ta diplomasının iptal edilmesi ve 19 Mart’ta ilçe belediye başkanları ve İBB yöneticileriyle birlikte gözaltına alınmasından sonra yaşadıklarımız ise en azından adliye/yargı boyutuyla daha önce hiç yaşanmamıştı dersek hiç de abartmış olmayız.
Bu dönemde İstanbul Valiliği iki ayrı kararla 7 gün boyunca her türlü toplantı, gösteri, yürüyüş ve basın açıklamasını yasakladı. Bu yasak hemen bütün büyük kentlerde benzer şekilde uygulandı.
İstanbul Emniyet Müdürlüğünün bulunduğu Vatan Caddesi ve bağlantı yolları trafiğe kapatıldı. Emniyetin 500 metre ilerisine barikat çekildi ve avukatlar dahi binbir güçlükle Emniyete girebildi. Avukatların 10-15 saat boyunca İstanbul Emniyet Müdürlüğüne alınmadığı günleri yaşadık.
Geçtiğimiz cumartesi günü İstanbul Adalet Sarayı avukatlara dahi kapatıldı. Adliye çevresine ve içerisine binlerce polis yığıldı, kat kat bariyerler konuldu. Adliye içerisinde odası bulunan İstanbul Barosu yöneticileri bile adliyeye alınmadı, binbir çabanın sonucunda girebildi. Dışarıda bekleyen yüzlerce avukattan sadece Emniyette ifadelere katılanlar, polisin listesinde bulunanlar adliyeye alındı. Bu tablo 12 Eylül’de bile yaşanmamıştı.
Tablonun diğer yüzünde ise ana omurgasını gençlerin oluşturduğu barışçıl eylemler ve üniversitelerdeki boykotlar vardı. Bu detaya girmeyeceğiz.
Yargı kılıfının altındaki uygulamalarla siyasal rakiplerin hukuk eliyle yok edilmesi, tek adam iktidarının hukuku araç olarak kullanarak korunması, buna karşı çıkan kurum ve kuruluşlarla sokağın hukuksuz bir baskıyla etkisizleştirilmesi amaçlandı.
Nitekim bu amaçla son on günde Ekrem İmamoğlu’nun diploması iptal edildi.
İBB Başkanının yanı sıra Şişli ve Beylikdüzü Belediye başkanları, belediye yöneticileri tutuklandı, Şişli Belediyesine kayyım atandı.
Baskıdan bunalan, geleceksiz bırakılan ve sokağa çıkan, tam katılımlı boykotlar örgütleyen üniversite öğrencilerinin şafak operasyonlarıyla evleri basıldı. 1500 civarında öğrenci gözaltına alındı, 300’e yakını tutuklandı, yüzlercesi için adli kontrol ve ev hapsi kararı verildi.
Bu sırada henüz karar kesinleşmediği için görevleri devam etse de 21 Mart günü düzmece bir duruşmanın sonunda İstanbul Barosu başkanı ve Yönetim Kurulu üyeleri görevden alındı.
Yaşananları hukukla açıklama çabasının yersiz olduğu açık. Ama halen resmen yürürlükteki Anayasa, yasalar ve uluslararası sözleşmeler, sokakta hak ve adalet talep eden gençlerin ve yurttaşların sadece talepleri bakımından değil hukuken de haklı olduğuna işaret ediyor.
Çünkü her şeyden önce, herkes önceden izin almaksızın barışçıl gösteri yapma hakkına sahiptir. Valiliklerin soyut gerekçelerle ve keyfi olarak bu hakkı toptan yasaklaması ölçüsüzdür ve hukukta yeri yoktur.
Adliyeler avukatların evidir. Avukatların adliyeye alınmaması yurttaşı savunma hakkından yoksun bırakmayı amaçlamaktadır. Savunma hakkı, sadece ifade ve sorguda yer alan azami üç avukatla sınırlanamaz. Savunmasız yargılama yapılamaz, yapılıyorsa da buna yargılama denilemez.
Baroların vesayet altına alınması girişimi savunma bağımsızlığına, yasaya ve Anayasa’ya aykırıdır.
Alt sınırı 6 ay olan, hapis yatmayı gerektirmeyen ve beraatla sonuçlanması muhtemel bir isnattan dolayı kişiler tutuklanamaz, özgürlüğünden yoksun bırakılamaz. Gençlerin kitleler halinde tutuklanması, ev hapsi ve diğer adli kontrol yaptırımına tabi tutulması hukukla izah edilemez. Bu kararlar ceza niteliğindedir ve başta özgürlük ve eğitim hakkının ihlalidir.
Gazetecilerin gözaltına alınması ve tutuklanması bir hatadan kaynaklanmamaktadır. Hukuksuzlukların belgelenmesi, görüntülenmesi istenmediği için gazeteciler hedef alınmıştır. Bu durum Anayasa ve yasalara aykırıdır, basın ve ifade özgürlüğünün, halkın haber alma hakkının kaba bir şekilde yok edilmesidir.
Keza televizyonlara ceza yağdıran RTÜK’ün hak ve özgürlükleri durdurma yetkisi yoktur.
Özetle yargı küçük bir kesime değil kitlelere, on milyonlara karşı düşman ceza hukukunu uyguluyor.
Milyonlar düşmanlaştırılmışsa o sistemin sonu yakındır. İktidarın Çağlayan’daki İstanbul Adliyesinden istediği kararları çıkartıyor olması gücün değil, güçsüzlüğün emaresidir. Polis şiddetine, düşman ceza hukuku uygulamalarına karşı, amfilerinde, kampüslerde, sokaklarda, kısmen iş yerlerinde, adliyelerde, emniyet müdürlüklerinde dayanışmayı örgütleyen, direnen, mücadele eden milyonlar yenilmez.
Evrensel'i Takip Et