Bağımsız yargı için tıpta mesleki özerklik elzem

Fotoğraf: Damla Kırmızıtaş/Evrensel
İnsan hak ve özgürlüklerindeki her aşınma, sağlık ve yargıda mesleki özerkliği girdabına alır. “Bağımsız yargı” çağrılarının son derece arttığı günümüzde, adli tıbbın ve adli rapor düzenleyen tüm hekimlerin otoriteden mutlak bağımsızlığı mümkün mü?
Son haftalarda hekim meslek örgütü TTB’den insan hakları ve sağlık bağlamında ardı sıra açıklamalar yapılmakta:
-“Gözaltı giriş-çıkış muayenelerinin emniyet müdürlüklerinde yapılması kötü muameledir ve açıkça hukuka aykırıdır”
-Biber gazı kimyasal silahtır! kullanımı derhal yasaklanmalıdır!
-İşkence mutlak olarak yasaktır
-Hasta tutukluları sağlık hakkından mahrum bırakmak suçtur”
İlk anda insan hakları ile sınırlı açıklamalar gibi görünse de özünde her açıklama çok katmanlı sorular, günümüz koşullarında hekimliğin karşı karşıya kaldığı yapısal krizleri ve etik ikilemleri derinlemesine anlamamızı sağlayacak ipuçları sunuyor. Her bir açıklama, hekimlikte mesleki özerkliğin tehdit altında olduğunun bir kanıtı aynı zamanda.
Siz hiç laboratuvarda görevli biyokimya uzmanı hekimin hasta muayene ettiğini ya da adli tabip misali nöbet tuttuğunu gördünüz mü? Misal yirmi yıllık mesleki hayatında hiç reçete yazmamış bir hekime muayene olmak ister misiniz?
15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası bazı kentlerde gözaltı giriş çıkış adli muayeneleri için işte bu biyokimya uzmanları da görevlendirilmişti; hem de emniyet müdürlükleri içinde. Peki neden? Üstelik nöbet usulü görevlendirilen bu hekimler arasında gerek mesleki gerek adli rapor deneyimi sınırlı asistan hekimler çoğunluktaydı. Yine bir tercih olarak hiçbir adli hekim görevlendirilmemişti.
Otoritenin bu çabası bir mevcudun örtülmesi, silikleştirilmesi çabasıdır. Sağlık meslek grubunda bir görevi uygun olmayan mekanlarda ehil olmayanlara emretmek adli tıbba gölge düşürür, işkence ve kötü muamele için zemin hazırlar. Farkında olmadan sağlıkçıları olası işkence ve kötü muamelenin ikincil faili kılar.
Bir düşünün, karakol ya da emniyet müdürlüğü içinde kameralı bir odada gözaltına alınan ve çıkartılan her kişi için ‘darp cebir ya da işkence izi’ aramak, raporlandırmak cesaret istemez mi?
Peki 15 Temmuz 2016 ve 12 Eylül 1980 süreçlerinde olduğu gibi son dönemde hekimler neden adli rapor düzenlerken, gözaltı giriş çıkış muayenelerini belgelerken cesaretleri ile sınanıyor? Cesaret gerektiren bir sürecin olduğu yerde mesleki özerklikten söz edilebilir mi?
“Gözaltı giriş-çıkış muayenelerinin emniyet müdürlüklerinde yapılması kötü muameledir ve açıkça hukuka aykırıdır” benzeri açıklamalar İzmir Tabip Odası ve İzmir Barosu tarafından da yapıldı son dönem. Gerek 15 Temmuz gerek yakın zaman uygulaması olarak hekimlerin gözaltı mekanlarında görevlendirilmesi tüm kentlerde değil de İzmir’in de yer aldığı bazı kentlerde hayata geçirildi. İzmir başta olmak üzere muktedirlerin bu tercihte nereden cesaret aldığını sorgulamak gerekiyor.
Meslek odası seçim süreçlerinde insan hakları bağlamında uğraşları hedefe koyan tüm grupların vebali var bu uygulamada. Otoritenin cesareti ile insan hakları karşıtı olan ya da bu alana mesafe koyan, ötekileştiren meslek odası seçim grupları arasındaki paralelliği görmezden gelemeyiz.
Hekimlik mezunu için bir meslek olabilir. Ama toplum için hekimliğin mesleki özerkliğine sahip çıkmak adalet, özgürlük, demokrasi adına bir mücadele alanıdır.
Hekimler işkence, zorla kaybetme ve sivil ölümleri, bir kimyasal silah olan biber gazının adli boyutunu belgeleyebildikleri için siyasi aktörlerce hedef alınıyorlar ezelden beri. Unutmayalım; sağlık alanında mesleki özerklik olmadan bağımsız yargı da mümkün değildir.
Sağlıcakla kalın.
Evrensel'i Takip Et