Türkiye-İsrail gerilimi: Kaos ve fırsat denklemi

Fotoğraf: MA
Türkiye’de iç siyasi gündemlerin öne çıktığı günlerde, Suriye sahasındaki güç mücadeleleri de hız kazanmış durumda. İran’ı kendi evine hapseden İsrail’in bir yeri bombalamadığı gün istisna haline gelirken, Erdoğan ve kurmayları Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ile ilişkiler üzerinden Suriye’de alan tutmaya çalışıyor.
Trump yönetimi, İran’ı kuşatma politikasının devamı olarak Suriye’yi İsrail, Türkiye ve Suudi Arabistan’a yüklediği rollerle şekillendirmeyi önceliyor. Sonraki halka olarak buna Irak ve Ürdün eklenebilir. Bölge halkları açısından belirsizliklerle dolu bir gelecek anlamına gelen bu güç mücadeleleri, Netanyahu ve Trump açısından ise, ‘yaratıcı kaosun’ doğurduğu yeni imkanlar demek.
İsrail, kendisini adeta Suriye’nin şerifi ilan ederken, işi Türkiye’nin genişleme limitlerine sınırlar çizmeye kadar vardırdı. Geçtiğimiz günlerde İsrail ordusu, Suriye’de Türkiye’nin askeri üs kurmak istediği belirtilen Tiyas (T-4) Üssünü hedef almış, Yedioth Ahronoth gazetesi, gelişmeyi, “İsrail, Türkiye destekli askeri yığınağın ortasında Suriye askeri havaalanlarını vurdu” başlıklı haberle duyurmuştu. Jerusalem Post’a konuşan bir İsrailli yetkili, son hava saldırılarını “Türkiye’ye mesaj” olarak tanımlamıştı. Ardından Türkiye’nin radarındaki Hama Üssünün de İsrail’in saldırılarıyla kullanılamaz hale geldiği haberi geldi.
T-4 Üssünün Türkiye’nin kontrolüne geçmesi Ankara için, hem İsrail’e karşı hava üstünlüğü hem de SDG üzerindeki baskısı açısından yeni bir mevzi anlamına geliyor. HTŞ de, böylelikle hem İsrail’in baskılarını dengelemek hem de Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürtler ile ilişkilerinde caydırıcı bir imkana kavuşacağını umuyor.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı, İsrail’in saldırılarının ardından, “İsrail bölgede stratejik destabilizatör olarak hem kargaşaya neden olmakta hem terörü beslemektedir” açıklamasını yaptı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da, Reuters haber ajansına verdiği röportajda, Türkiye’nin Suriye’de İsrail’le karşı karşıya gelmek istemediğini belirterek, İsrail’in Suriye’de attığı adımların istikrarsızlığın yolunu açtığını savundu.
Kendilerine özgü farklarla birlikte Erdoğan ve Netanyahu yönetimlerinin bölgede, kendi sınırları dışındaki alanlarda yer tutma mücadelesinde kullandıkları ortak bir argüman var: “Terörle mücadele.”
Bir başka ortak özellik de şu: İki ülke de savunma sanayi ve silah ihracatında büyüme eğiliminde ve birbirleriyle rekabet halinde. Ama bu rekabetin, zor zamanlarda karşılıklı ticarete engel olmadığını biliyoruz. Örneğin AKP kurmayları, İsrail’in Gazze’ye saldırılarına üst perdeden tepki gösterirken, İsrail ordusunun ihtiyaç duyduğu çeliğin Türkiye’den sevkiyatı devam ediyordu.
Bazı rakamlarla devam edelim. Türkiye İhracatçılar Meclisinin (TİM) verilerine göre, Türk savunma ve havacılık sanayii, mart 2025’te 884.2 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirerek bir rekora imza attı. Sektör ihracatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 147 oranında arttı.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI), 2024 raporuna göre ise Türkiye, dünyanın en büyük 11’inci silah ihracatçısı konumuna geldi. 10’uncu sırada ise İsrail yer alıyor.
Netanyahu yönetimi, İsrail’in güvenlik sınırlarını genişletmek konusunda kozmetik açıklamalara ihtiyaç duymazken, Türkiye ‘terörle mücadele’ ve ‘bölgede istikrarın’ savunucusu olma iddiasıyla mevzilerini genişletme stratejisine devam ediyor. Bu arada İsrail, Suriye’deki hava üsleri konusunda Türkiye yerine Rusya’nın etki sahibi olmasını yeğlediğini saklamıyor. İsrail ile Türkiye arasında tansiyonun yükselmesi, aynı sahada yer tutmak isteyen Suudi Arabistan ve İran’ın da işine geliyor. Yani bir taraf için kaos ve belirsizlik demek olan şeyin, diğeri için imkan anlamına geldiği bir kelebek etkisi bölgedeki ilişkileri birbirine bağlıyor.
Tüm bu denklem içinde, Ankara’nın Öcalan’ın çağrısının ardından PKK’ye kongre toplayıp bir an önce silahsızlanma çağrısı yapma telkini dışında bir adım atmamasının SDG’yi sahada Türkiye dışı seçenekleri önceleme noktasına doğru itmesi sürpriz olmayacaktır.
Öte yandan, silah tekelleri ve savaş baronlarının, devletlerin bölgesel rekabet dinamikleri içinde kendilerini var ettikleri bu acımasız zamanlarda, bölge halklarının gerçek bir barışa ulaşabilmesi, tüm bu ilişkilere eklemlenerek değil, onlarla yüzleşerek mümkün olabilir ancak.
Evrensel'i Takip Et