Adli Tıp Kurumu topun ağzında, ya diğerleri?

Fotoğraf: DHA
Geçen haftaki yazımda da söz etmiştim. İnsan hakları kavramının toplumsallaştırılmasına olumlu katkıları olan bir süreçten geçiyoruz. İşkence, gözaltı giriş çıkış muayenelerinde mahremiyetin sağlanması ve insan onuruna yaraşır bir muayene ortamı, hatta hapishanelerde sağlığa erişim hakkı ihlalleri ve ciddi sağlık sorunu olan mahpusların hapishanelerde tutulmasının yarattığı riskler ile sağlık gerekçesiyle tahliye ya da infaz tehiri toplumda tartışılır, Adli Tıp Kurumunun niteliği gündemimizde yer bulur oldu. Barikatları aşan gençlerin takıldığı hapishane duvarlarının içine bakar, dert edindiği kentinin en ücra hapishanesinden o sağlıksız sevk araçlarıyla hastane hastane dolaştırılan Mahir Polat sayesinde Adli Tıp Kurumu hakkında haber alır olduk. Oysa öncelikle 400 bine ulaşan nüfusuyla kapasitesinin yüzde otuz fazlasıyla hıncahınç dolup taşan hapishanelerde olmaması gerekenler, ettiği söz, izne tabi olmaması gereken barışçıl gösteriye katılım, tutuklamayı bırakın yargılanmaya konu olmaması gerekirken bizler hapishanelerin o sağlıksız ortamlarını konuşmak zorunda kalıyoruz. İki buçuk ay kaldığım son tutukluluğumda, kan basıncı yüksekliği nedeniyle dilekçe üzerine dilekçe verip ancak son üç günde tuzsuz diyet yemeğine ulaştığım bir hapishanenin varlığında, Mahir Polat’ın kan basıncı tehlikeli düzeyde yüksek seyredince özgürlüğünden alıkonmasının sağlığı üzerinde yaratacağı olumsuz etkileri de kaygıyla izlememek olanaksız tutuklamanın kendisinin adaletsizliği bir yana... Ciddi sağlık sorunları olan binlerce mahpus gibi...
Uzmanlık eğitiminden doçentliğe, ardından kıdemli bir öğretim üyesine dönüştüğüm yıllarda görevden almalarla kesintiye uğrasa da 40 yıllık adli tıp uzmanlığımın 15 yılı Adli Tıp Kurumunda geçince bu kurum üzerine içeriden söz kurmak da elzem oldu. Devletlerle hep yakın temasta olsa da ilk olarak devletlerin kanlı ellerini sildiği havlu olarak tanımlanması Pinochet’nin cunta yıllarına denk düşer adli tıp yapılanmalarının. Zaman içinde kısmen üniversitelerin bünyesine taşındı ama pek çok ülkede mali kaynak devlet olunca görevlendirmeler ile olmasa da kaynağı kısarak direksiyon istenen yöne bükülebilir, hatta bir kısım ülkelerde özelleştirmelerle sermayeye de isteklerini dayatma fırsatı tanır oldu. Adli Tıp Uzmanları Derneğinin kurulmasıyla birlikte adli tıp uzmanlık eğitimi yanı sıra çalışma alanlarımızın da yeniden tanımlanması, bu bağımlı ilişkinin bir nebze de olsa denetlenebilir olması çabası pek çok değişimi getirdi getirmesine ama devletle ve özellikle partili başkanlık sistemiyle belirginleşen siyasi otorite ile kurulan organik ilişkiyi yalnız denetimle dönüştürebilmek kolay değil.
İhlalleri görünür kılan raporlar, mesleki etik ilkelerde ısrar eden hekimler de oldu, örtbas edenleri de çıktı karşımıza. Kimi zaman baskılarla, görevden almalarla kimi zaman bir gecede Resmi Gazete’de değiştirilen kadrolarla, kimi zaman kutsallığa halel getirmemek adına ve içtenlikle inandığından açlık grevlerinden cezaevi katliamlarına, kafa kemiklerini kırıp beyin dokusunu parçalamış ama bilimsel yayınlarda daha önce hiç anılmadığından öldürücü olmadığı kanaatine varılan gaz fişekleriyle nerede aklanması gereken devlet görevlisi varsa aklama kapasitesi olan, ona göre şekillendirilmeye çalışılan bir kurumdan söz ediyoruz. Esen rüzgara göre Kuddusi Okkır’ı yaşamının son dakikalarında sevdikleriyle vedalaşabilme olanağından yoksun bırakan, ciddi bir sağlık sorunu olmayan suç örgütü liderlerini salıveren raporlarla araçsallaştırılan bir kurum. Yeterince araçsallaştırılamadığını düşünmüş olacaklar ki mevzuatta yapılan yeni düzenlemelerle, olur a hapishanede kalamaz derlerse araçsallaştırılan yargı eliyle müdahale de hesap edilmiş son yıllarda. Cezaevi infaz savcılığı toplum için tehlikeli deyince akan sular duruyor artık. İstediği kadar hasta olsun.
Siyasi otoritenin tüm kadroları denetim altına almaya çalıştığı ama hekimlik değerlerini bir türlü silip atamadığı hastanelerden alınan rapor beğenilmeyince ille de Adli Tıp Kurumu derdine düşüyorlar. Orada da mesleki etik değerlerimize takılınca yargı ne güne duruyor! Oysa savcı ve yargıçların da uyması beklenen etik ilkeleri var. Onların bu denetimi yapacak bağımsız meslek örgütü yok ne yazık ki Türkiye’de ama hekimlerin siyasi otoritenin hep rahatsız olduğu bir meslek örgütü var. Türk Tabipleri Birliğinden bunca rahatsızlık boşuna değil.
Asıl sorunumuz hangi kurum olursa olsun hepsinin araçsallaştırılması, siyasi saiklerin egemen kılınmasıdır. Sonu hepimiz için insanlıktan çıkarmaya kadar gider.



Evrensel'i Takip Et