İklim Kanunu mu, yıkım kanunu mu?

Fotoğraf: İsmail Kaplan/AA
Bu yazıyı yazdığım saatlerde ‘’İklim Kanunu Teklifi’’ maddeleri üzerinde görüşmeler Mecliste sürüyor. Gündemin olağanüstü değiştiği bir ortamda Türkiye için çok önemli olan bu kanunun toplumdaki karşılığı tam tartışılmadan yasalaşacak. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un kanun teklifi ile ilgili iklim krizi ile mücadelede temel ilkeleri belirleyecek, kamu ve özel sektöre çeşitli yükümlülükler getirecek, eşitlikçi, şeffaf, temiz üretim, ekonominin krize karşı dirençli hale getirilmesine yönelik açıklaması ne kadar doğrudur?
Dünya iklim krizinin eşiğinde her geçen gün kötüye giderken, bu manada ülkelerin attığı her yasal adım çok kritik önem taşıyor. Türkiye’de yasalaşacak olan iklim kanunu bu krize çözüm yaratmaktan çok mevcut sorunları daha da derinleştirecek bir geri adım niteliği taşıyor. Bu yasa teklifinde hukuki boşluklar, bilimsel tutarsızlıklar ve iklim adaleti çıkmazı yer almaktadır. Taslağın 4. Maddesinde ’iklim dostu kalkınma’’ hedeflenmekte, ancak bu hedef için izlenecek yol belirtilmemektedir. ‘’İklim dostu’’ gibi kavramlarla uygulamada keyfi yorumlara açık bir alan yaratılmakta ve çevresel etkilerin göz ardı edilmesine yol açmaktadır. Anayasanın 56. Maddesindeki sağlıklı bir çevrede yaşam hakkı ile de çelişmektedir. 6. Maddede ‘’karbon nötr ekonomi’’ hedefi dile getirilmesine rağmen bu hedefe ilişkin bir tarih aralığı belirtilmemiş ve sektörel karbon azaltım yükümlülüklerinin ne olacağı, izleme, değerlendirme mekanizmalarının nasıl çalışacağı da yer almamıştır. Avrupa Birliği 2050 yılı sonlarına somut tarih olarak hedef koymuştur. Yine taslak içinde 12 maddede ‘’enerji arz güvenliği’’ gerekçesi ile fosil yakıtlı enerji yatırımlarına Bakanlıkça istisnalar sağlanmaktadır. 15. Madde ‘’karbon yakalama ve depolama teknolojilerine yatırım yapan işletmelerin çevresel yükümlülüklerinden muaf tutulabileceği’’ yönündeki düzenleme çevre hukuku ilkeleri ile bağdaşmamaktadır. ‘’Kirleten öder’’ ilkesi ile de çelişmektedir. Kanun teklifinin 18. Maddesi İklim Politikaları Koordinasyon Kurulu'nun oluşturulmasını öngörmektedir. Bu kurul merkezi idare temsilcilerinden oluşmaktadır. Konu ile ilgili bilim çevreleri, meslek odaları, yerel yönetimler, üniversiteler tamamen dışlanmıştır.
Kanun taslağında ‘’sürdürülebilirlilik’’ ve ‘’yeşil dönüşüm’’ gibi modern kavramlarla süslenmiş maddeler yar almaktaysa da içerik kömürlü termik santrallere tanınan muafiyetler, büyük inşaat projelerine çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) istisnaları, özel sektöre verilen karbon kredisi teşvikleri ile çevreyi korumaktan çok sermayeyi koruyan bir yasa olmayı hedefliyor.
Çevre duyarlılığı konusunda yıllardır yayınlanan bilimsel raporlarda, fosil yakıt kullanımının kademeli olarak sonlandırılması açıkça yer alırken Türkiye’nin bu yasa ile kömüre dayalı enerji üretimini teşvik etmesi, karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik net hedeflerinin olmaması, iklim hedeflerinin göstermelik olarak yer alması, kanun teklifinin ne kadar tutarsız ve bilimsel gerçeklerden uzak olduğunun da bir kanıtıdır.
İklim yasaları sadece çevresel değil, aynı zamanda toplumsal yasalar olmak zorundadır. Bu yasa teklifinin hazırlanma süreçlerinde sivil toplum kuruluşlarının, yerel halkın, bilim insanlarının sürece katılımı sağlanmamıştır. Bu kanun teklifinin halkın ihtiyaçları ve ekolojik gerçeklikler temelinde değil; büyük sermaye guruplarının çıkarları doğrultusunda hazırlandığı açıkça ortadadır. Bu yasa bugünü değil yarının dünyasını şekillendirecektir. Bugünün iktidarları, bu yasa ile genç kuşağın geleceğini ipotek altına almaktadır. İklim adaleti sadece doğayı değil, gelecek kuşakların yaşam hakkını da korumalıdır. Bu yasa, gençlere gelecekte daha sıcak yazlar, daha kurak topraklar, kirli hava ve çölleşme getirecektir.
TBMM’de çoğunluğa sahip iktidarın yasa üzerinde yapılacak görüşmelere göre bir tavır sergilemeden oy çokluğu ile yasayı geçirmesi bu meclis kararı ile o kirli sayfalarındaki yerini alacaktır. Türkiye’nin iklimle ilgili gerçekçi, kapsayıcı, dönüştürücü bir yasa yapması gerekiyor. Bunun için de toplumun her kesiminin söz hakkı olmalıdır. Kısa vadeli ekonomik çıkarlar yerine uzun vadeli yaşam hakkı gözetilmelidir. Aksi takdirde bu yasa iklim krizine çözüm değil, yeni bir kriz kaynağı olacaktır.
Evrensel'i Takip Et